31 Ağustos 2012 Cuma

İÇİNDEKİLER

1- Ön Söz
2- Giriş
3- ALLAH’ı-Peygamberi-Evveliyatını-Yapılan iyiliği-Senden Fâtiha bekleyenleri-Ölüm ve Kıyameti Unutma
4- Vermeseydi İsteneni, Öğretmezdi İstemeyi
5- Evveliyatını Unutma
6- Yapılan İyiliği Unutma
7- Senden Fâtiha Bekleyenleri Unutma
8- Yaptığın İyiliği Unut
9- Şükret, Kanaat ve Sabırla Yaşa
10- Kanaat
11- Sabır
12- Lehte ve Aleyhte Bulunma
13- Kimse ile Alay Etme, Şakalaşma
14- Hiç Kimseyi Kınama
15- Hiçbir Zaman Övünme-Yerinme
16- Şunların Küçüğünü Küçümseme, Büyür: Hastalık-Borç-Yangın-Düşman
17- Politika
18- Din ve Mezhep
19- Evlatlarına Beddua Etme
20- Askerden Kaçma
21- Davet Edildiğin Her İyi Yere İcabet Et
22- Ne Müsrif, Ne Nekes Ol
23- İlim İsteyeni Çevirme
24- Trafik Yasasına Uy
25- Elden Çıkmış Bir Şey İçin Ah Vah Etme
26- Harama Hiç Yaklaşma
27- Herkese Sırrını, Derdini Söyleme
28- Herkese Yaranmaya Uğraşma
29- Ödünç İsteyeni Çevirme, Varsa Ver
30- Yalan-İftira, Sakın Ha!
31- Atalet, Tembellik
32- Felç-Sakat Olmuşlar İçin Kim Bilir Ne Etti ki ALLAH Böyle Yapmış Deme
33- Kapına Geleni Hoş Tut, Horlama
34- Hayatını Zamanla, Programla
35- Hem Dünyanı, Hem Ahiretini Kazan
36- İnsanı Yanıltan Şeylerden Kurtuluş İlmi
37- Ölüm
38- Kıyamet
39- Son Söz

ÖN SÖZ

     Yüce ALLAH, dünyayı insanı için yarattı. “Hayır ve şer ALLAH’tandır” sözü imanın şartları içerisindedir. Buna göre, insana faydası olan her şeyin zararı da olduğunu, resulleri ile sözlü, Ezeli Kitabı (Kitab-ı Kadim) ile yazılı olarak kullarına bildirdi.
     Biz de Kur’an’ın ışığında görebildiklerimizi, fayda ve zararları, zararlardan korunulması hususunda bilebildiklerimizi azıcık da olsa yazdık.

GİRİŞ

     Yüce Kur’an hemen hemen her suresinde “Düşünce”yi emreder. Düşünelim hele, ama neyi ve niçin.
     Hiç ama hiç şüphesiz ve ancak kendimiz için düşünelim.
     Evvelemirde şu kâinatı inceleyelim; nedir bu âlem, bu gök, bu arz, renkler, tatlar, acılar, hastalıklar, hayvanlar, insanlar, bitkiler, madenler, doğa, deniz, bunlar nedir? Daha önce neredeydiler? Kendi kendilerine mi geldiler? Yoksa birileri mi getirdi? Böyleyse kendi kendilerine niye daha onlarca, yüzlerce, binlerce gelmedi? Örneğin güneş, ay veya şu ulu dağ, şu kişi? Birileri getirmişse o birileri neredeler, nereye gittiler? Bu olmuş şeyler ne zaman gelmişler ve ne zamana kadar var olacaklar? İşin hâli, yine yüce Kur’an’ın söylediği üzere, düşünce her şeyi apaçık ortaya döküyor. Akıl ve fikir bir araya gelince ortaya birilerini değil de birini çıkarıyor ve ona “yoktan var eden” demekten başka bir çıkar yol bulmaya imkân olmadığı apaçık görülüyor ve ilk iş İslâm yani teslim olmayı kabullenmekten başka çare ve çıkar yol yoktur deniliyor. Düşünceye devam edilince ilk akla gelen, “yoktan var eden”e bir isim konsa ona ancak ALLAH demek icap ediyor. Bu âlemler yokken hiç ama hiç kuşkusuz O vardı, zaten O’nun var olması bir zaruret, bir mecburiyetti, elzemdi, aksi hâlde hiçbir şey olmaz, olamazdı.
     Yüce ALLAH gözüken ve gözükmeyen her ne varsa hepsine ayrı bir şekil, renk, tat, güç ve ömür vermiş. Havada uçanlar, karada yürüyenler, sularda yüzenler, güneş-ay-yıldızlar ve bilinmeyen sayısız şeyler üzerinde düşünülürse, zerre kadar, ne bir noksan ne bir fazlalık görmeye imkân yok. En kocaman, en ufacık canlılar için her bedene ait sayısız gıda ve içilecek şey, teneffüs için hava, ısınmak için ısı ve elzem olan her şeyi yetecek kadar ve de önceden halk etmiş, tıpkı hamile bir anne namzetinin doğurmadan önce bebeğine lazım olan şeyleri hazır ettiği gibi hazır etmiş. Ne var ki her canlının organlarına göre, örneğin sindirim sistemi apayrı; inek samanı, aslan çiğ eti yer, insan pişirerek yer; yarasa, bit, pire emerek velhasıl. Her yaratık kendine has gıdaya veya organına göre beslenmek ve soyunu idame ettirmek için üremeye mecbur edilmiş. Kimi doğurarak, kimi yumurtlayarak ve de yavrusunu dünyaya getirip yürüyüp gitmemiş, pek çokları yavrularını yaşama hazır etmek için çırpınmış, bu çırpınışın tek sebebi yavruya karşı aşırı sevgi ve merhamet. İşte bu iki sözcük -sevgi ve acıma- can gözü açık olan için ne bulunmaz ve paha biçilmez bir durum. Yüce ALLAH elbette yarattığı her şeyde bu duygunun içindedir. Acır ve sever ancak O’nun olabilirsen, tek kelime ile “RABBİM sensin” diyebilir ve O’nun emirlerine uyabilirsen.
     Bizim anlatmak istediğimiz şey, bu âlemlerin yok iken var oluşu ve var eden ki “HÂLİK”, halk eden, bize kendisini bizim aramızdan çıkan insanlar aracılığı ile -ki onlara peygamber demiş- yazılı kitapları indirerek insanların yaşam süresince nasıl hareket edecekleri ve ölümleri hâlinde ne olacakları hakkında çok geniş ve herkesin anlayacağı kadar geniş bilgi vermiştir. Netice, elbette bir Yaratan var ve O, âlemleri yoktan var etmiştir. Nedenini de açıkça bildirmiş, “Bana ibadet etmeniz için yarattım” demiştir. İbadetin ne olduğunu da kitap ve peygamberleri aracılığı ile ve bütün teferruatı ile öğretmiştir. Ancak ceza ve mükâfatları da yapılan iyilik ve fenalığın büyüklüğüne göre adilane bir şekilde ayarlamıştır.
     Zerreden küle kadar her şey için, yaratmış olduğu her maddi ve manevi şey, olay için “NEDEN”ler yaratmış, kendisi bu nedenlerin veya sebeplerin arkasına gizlenmiştir.
     Şu hâle göre, insanın başına her ne gelirse ille de bir sebep yüzünden gelmektedir. İnsana yararlı ve zararlı her ne varsa insanın gözü o sebebe dayanır ve sebebi görür. Örneğin, tonlarca yükü havalara uçuran ve uçak denilen araç, kanatlarıyla uçurulur gibiyse de insan ancak bu kanatları görür de kanada hükmedeni göremez, çünkü o, kendini kanadın arkasına saklamıştır. Her ne yana bakılırsa bakılsın bir sebep vardır, su içmek için susamak bir sebeptir. “Sayısız nimetler yarattım” demesine karşın her nimetin ele geçmesi için de sayısız sebepler halk etmiştir.
     Şu noktayı da düşünerek görmeye çalışalım ki insanı diğer yaratıkların üzerine hâkim kılmış, insanoğlu hayvan, bitki, dağ, taş, toprak, deniz, hava, gökyüzü ne varsa hepsine hükmediyor ve faydalanıyor. Tüm madenler, akaryakıt hep insanın emrine verilmiş ancak insana da, “sen kendini kendin idare ettiğini zannedip büyüklenme, seni de idare eden, yedip güdenler var” demiştir. Yine düşünürsek, insanı yedip güden güçler var mıdır? ALLAH’a inanmış insanların inanın vardır dediği ve insanın göremediği bu güçler, örneğin melekler, cinler ki bunlara gaip âleminin canlıları denmektedir. Onlar da tek ALLAH’ın emri altında, O’nun emirlerini hemen uygulamaktadırlar. Böylece bu âlemler devamlı olarak gece gündüz, yaz kış seyrini sürdürmektedir ve bütün canlılar yaşantılarının her sayfasında her an sebepler içerisindedirler. Bir sebep başka bir sebebi getirmektedir. Üç sebep var desek birincisi iyilik, rahatlık, hoşluk getirecek sebeplerdir ki bunların en güzeli Yaratanı ve O’nun yaratıp da bunları seviniz dediği sebeplerdir. Kitabında bunları apaçık beyan etmiştir ve saymakla bitmez ama birkaçını sayabiliriz.

ALLAH’ı-Peygamberi-Evveliyatını-Yapılan iyiliği-Senden Fâtiha bekleyenleri-Ölüm ve Kıyameti UNUTMA

     Mademki kendi kendine olmadın öyleyse seni hem de insan olarak yaratanını unutamazsın. Eğer O’nu unutursan zannetme ki sen istediğin gibi hür, şen şakrak, O’nun nimetleri içerisinde yaşayacaksın. Sakın ola ki böyle bir hava ve hevese düşme. O yüce Yaratan seni terk ederse sen sana düşman olan nefsinle kalakalırsın, işte o zaman hayatın zehir zemberek olur, en azından sana verdiği iki göze görme derse o anda dünyan zindan kesilir.
     Hele bir düşün görememek ne demek? Sen kendi kendini yaratmış olsaydın gözler O’nu dinlemez seni dinlerdi. Midene acıkma desen o seni asla dinlemez acıkır, kulağın sancısa ona da sözün geçmez, kulak sancır ve sana ızdırap verir, yaşadığına pişman olursun da ölmek istersin kalbine dur dersin ama kalp durmaz ki. Kalp sana hizmet eden diğer iç ve dış organların gibi ama seni dinlemezler, hep Yaratan’ı dinlerler, ALLAH’ı, evet, yalnız ve de yalnız ALLAH’ı.
     Şunu da iyice bilip unutmamalı ki yüce ALLAH her neyi istiyorsa kullarından, hepsini Kur’an’ında yazmıştır ve de “ne isterseniz veririm” demiştir.

VERMESEYDİ İSTENENİ, ÖĞRETMEZDİ İSTEMEYİ

     Elbette öğretti ve her şeyi “Esmâ-i Hüsnâ” ile, güzel isimleri ile öğretti. Örneğin, “EL CEBBÂR”. Sen ALLAH’ı unutursan O, bu ismini sana niçin belletir. Sen beni unutursan, ben, seni, beni hatırlamaya, hem de gözyaşlarını akıtarak, gâh feryat ederek, gâh sessiz sessiz, ALLAH’IM-RABBİM-MEVLÂ’M demeye mecbur ederim. Cebrederim zira ben bir gün beni unutanlara karşı bu ismimi önceden tanıtırım. Çünkü ben hiçbir kuluma önceden haber etmeden ceza verici değilim. Çok, pek çok sabırlıyım ama her şeyin bir önü bir de sonu olduğu gibi “SABRIN” da elbette bir haddi vardır, öyle olmamış olsaydı bu âlemlerin nizamı bozulurdu. Her insan ve hayvan kendi kendine hür olsaydı en ufak karıncalar, dünyada insan kalmaz, yer tüketirlerdi. Bitkiler de bir kumanda altında. Örneğin, şu dere kenarına dikilen bir kavak fidanı büyür, uzar, kavak olur ancak bir hadde kadar uzar. Hiç ona, dur yeter diyen biri olmazsa durur mu? İnsan da, hayvan da böyle değil mi? Demek oluyor ki hiçbir zaman, hiçbir an ALLAH’ı unutmamak icap eder. Mecbursun zaten sen O’nu unutsan bile O seni unutur mu? Sen, O’nun mülkü içindesin. O’na saygı ve sevgiyle secde etmek zorundasın. Kurtuluş, İslâm yani teslim olmaktadır. Ancak “ben sana teslimim” demek kurtarmaz, nefsinle O’nun emirlerine uymak gerek. Şimdi düşünelim ALLAH niçin “ben sizi bana ibadet edesiniz diye yarattım” diyor. Evvela ibadet nedir onu bilelim. Kısaca şu: ALLAH’ın emirlerine eksiksiz ve seve seve uymaktır. Ne var ki acaba bu ibadet emri yalnız insanlara mı? Kur’an’a bakınca yerde gökte ne varsa ALLAH’a zikir eder. Demek ki bütün hayvanlar, bitkiler, melekler, cinler, dağlar, taşlar, denizler, güneşler, aylar, yıldızlar hep ALLAH’ı anarlar, ne derler, “ALLAHU EKBER” derler. Ancak her birinin ibadet şekilleri de kendi yaratılış biçimlerine göre değişiktir. Bunu da yine Kur’an’dan anlıyoruz. “Ya Muhammed, ağaçlar secde ederler sen onların bu hâllerini gölgelerinden anlarsın”, demek ağacın gölgesi Hz. Peygamber’e bir şeyler gösteriyor. Şimdi ibadete gelelim, nasıl edelim ki yüce Rabbimizin hoşuna gidelim? Yalnız yüce Rabbimiz değil, insanlar arasında da sevilmenin tek yolu nedir, onu öğrenelim. Şunu iyice bilelim ki ortada iki şey var; hoşa giden, hoşa gitmeyen veya sevilen, sevilmeyen veya beğenilen, beğenilmeyen veya kâr getiren, kâr getirmeyen. İlk önce hangisinden başlayalım? Bana kalırsa, huzur-u İlahî’ye çıkmak için pisliklerden arınmak gerek. Nasıl ki abdestsiz namaza durulmaz, durulmaz elbet, haydi dur da görelim, duramazsın. Önce temizlen sonra gel. Bunun için ortada şu iki şeyin hangisine önce bakacağız? ALLAH’ın hoşuna gidenlere mi yoksa O’nun hoşuna gitmeyenlere mi? Evvela O’nun hoşuna gitmeyenlere, örneğin O’nun en çok kızdığı nedir? Elbette kendine eş olmaktır, gurur, benlik, bencillik. Yüce Mevlâ bu istenmeyeni Lokman Hekim aracılığı ile ne güzel anlatıyor. Lokman, oğluna, “oğlum yolda yürür iken başını göklere uzatma, arş-ı âlâ’ya eremezsin, ayağını yerlere sert vurma, yeri delemezsin, naralar atarak konuşma, bu konuşma ancak eşeklere yakışır” der. Bu sözlerin özeti kibirdir ki ALLAH bu gibi büyüklenenleri sevmez, onun için bu hâli bilen İslâm, ALLAH’ın karşısında rükû eder eğilir hatta bununla da yetinmeyip yerle bir hâle gelir, yüzünü yerlere sürer, “SECDE” eder de, sensin sensin der ağlar bile. Peki bunu anladık, ALLAH’ın sevmediği ilk şey kibir, bencillik, daha neler var? Elbette daha pek çok şey var. Adam öldürmek, askerden kaçmak, sarhoş olmak, kumar oynamak, yalan, iftira, tezvir, zan, sirkat, zina, kat kat faiz, içi başka dışı başka olmak, yetim malı ve kul hakkı, cimrilik, müsriflik, atalet, gıybet, hırs, başkalarının malında mülkünde, ırz ve namusunda gözü olmak, büyü, fal, hatır kırmak, isteyene varsa yok demek, yaratılanı beğenmemek ve daha pek çok şey var. ALLAH’ın sevmediği şeylerden uzak kalarak, kirlenmeden ALLAH’ın huzuruna O’nun sevdiği şeyler için çıkmak “İBADET”tir.
     Niçin önce O’nun sevmediği şeyleri öğreniyoruz? Örneğin, sen O’nun sevdiği şeylerin başında gelen şu “NAMAZ”ı ele al, bir milyon rekât namaz kıl ama şu yetimin de malını ye. Hele bir düşün, sen namazı yetim malı yemek için mi kılıyorsun yoksa yetimin malını yememek için mi namaz kılıyorsun! Düşün bir kere de cevap ver.
     ALLAH, bizi niçin yarattı? “Bana ibadet edin” diye.
     İki kişi evlenir, karı koca olur ama şu çiftler üç ay, şu çiftler üç yıl, beş yıl, on yıl, en nihayet bu beraberlik biter. Her gün kavga, her gün çıngar, dayak, yaralama, cinayet. Neden acaba? Kadın olsun, erkek olsun, yanlış yolun yolcuları olurlar da ondan. Her ikisi de karşısındakinin hoşuna giden şeyleri yapar, oysaki önce hoşa gidenleri değil de hoşa gitmeyenleri öğrenip onlardan uzak kalmalı. Örneğin kadın, kocasının hoşuna gitmeyen hiçbir şeyi yapmamaya gayret edip nefsini o yola itmeli. Erkek de aynı yolu tutup karısının hoşuna gitmeyeni yapmamalı. Geriye ne kalır? Her ikisi için hoşa giden, sevilen şeyler, sevgi kalır. ALLAH’ın hoşuna gitmeyen şey insanların da hoşuna gitmez. ALLAH ne buyuruyor:
     “İllellezîne âmenû” (Bana inan ve benim yapma dediklerimi yapmazsan geriye ne kalır). “Ve amilu es sâlihâti” (Sulh, sükûn, güzel işler kalır).
     Sen en önce nefsini terbiye et, ahlâkını yücelt, ALLAH’ın ahlâkı ile ahlâklan. Kur’an’ı yaşa, ALLAH’ın düşmanıyla düşman ol, onlardan uzak kal, sevme ALLAH’ın sevmediklerini de kurduğun yuvan yıkılmasın.
     Konu uzadı, ALLAH’ı UNUTMA idi konu, onun için yüce Rab namazı günde hem de iki saat arayla istiyor. Neden? Kör olası nefsine yenik düşmeyesin için çünkü şeytan denilen o gövden, o nefsin var ya, ALLAH’la aran açılınca seni belâlara, felâketlere sürükler de ALLAH da her olmuşu ve olacağı bildiği için onu unutmayasın diye beş vakit emretmiş. Namaz kılmam diyen kişi, ALLAH’a karşı bilmem ne yapmış olur. Konuyu şöyle toparlayalım, diyelim ki başta ALLAH olmak üzere her istediğimiz kişilerle aramızın iyi olmasıyla onlardan gelecek iyi şeylere kavuşmak için ne yapacağız? Evvelemirde onların hoşuna giden şeylerin neler olduğunu değil de onların hoşuna gitmeyen şeyleri öğrenip o şeylerden uzak durmak yeterlidir.
     Ben burada insanların neden hoşlanıp neden hoşlanmadıklarını yazmaya kalkarsam ömür yetmez ancak üç beş örnek vereyim. Evvela ALLAH’ın hoşlanmadığı şeyleri öğren de kendini ALLAH’a sevdir ki her istediğine seni eriştirsin. Kadınsan sakın kocanın yakınlarını eleştirme, kocaysan sakın kadının yakınlarını eleştirme.
     Ey analar babalar, evladınıza önce ALLAH’ı öğretin ve de ALLAH’ın hoşuna gitmeyenleri iyice öğretin ama siz ne yapıyorsunuz, ona zorla yedi yaşına girdi diye namazı öğretip namaza zorluyorsunuz, o, öyle an geliyor ki namaz kılarken yelleniyor bile ve sizin korkunuzdan namaza devam ediyor. Siz beni dinleyin de ibadetlerin en güzelini, ALLAH’ın neleri sevmediğini öğretin, emi?
     Ufak veya büyük bir çıkar uğruna bir kimsenin hoşlandığı şeyi yapacağın zaman hele bir düşün, o şey ALLAH’ın hoşuna gitmiyorsa öl ama yapma, bil ki ALLAH “AZİZ”dir yani hiçbir kimseye hiçbir zaman yenik düşmez, ille de yener. Canım, ne olacak deme, ekmeğini yediğin yerden izin almadan gitme bir yere, Yunus aleyhisselamı düşün, ALLAH’ın iznini almadan, sözümü dinlemiyorlar diye kızıp o nahiyeyi terk etti gitti ama kendini bir kayıkta, bir de balık karnında gördü.
     Demek oluyor ki bağlı olduğun yerden izinsiz ayrılmak o yerin hoşuna gitmez. İzin dedik de aklıma geldi, bir yere, hatta camiye bile giderken “Rabbim iznin olursa” diye O’ndan izin iste. Gözüken şu ki her nerede kiminle olursak olalım, ilk iş o kişilerin hoşuna giden şeyleri değil de hoşuna gitmeyen şeyleri öğrenip ona göre hareket etmeye dikkat edelim.
     Böylece ALLAH’la daima beraber oluruz ve ALLAH’ı hiç unutmamış oluruz. Zaten o yüce Mevlâ hep benimle, bana şahdamarımdan daha yakın, içimden geçenleri hep biliyor ve de “sizi içinizden geçenlerden hesaba çekeceğim” diyor, ödüm kopuyor içimden geçen O’nu üzecek diye, O da bunu bildiği için bana sevinç haberi verdi de ben de O’na şöyle hitap ediyorum:

RABBİM
Mutlu ediyor beni - Geçeni bilmen içimden
Düşünürüm hep seni - Düşüncem hep niçin sen
Canımın canısın sen - Çıkma bir an içimden
Düşüncem hep niçin sen - Sensiz Rabbim hiçim ben.

Demek ALLAH’ı, peygamberi unutma demişsem ALLAH için gerekeni yazdım, yazdım ama biter mi? Haşa, ALLAH biterse yazılar da biter.
     Önü sonu olmayan biter mi hiç?
     Peygambere gelince: O, bizlere yüce ALLAH’ı tanıttı ve de bizim için kendi canını hiçe sayıp, önünde arkasında nice insan kılığındaki şeytana uymuş canavarlarla az mı çarpıştı, bizden ne yarar elde edecekti ki böyle fedakârlıklara katlandı? Ey ALLAH’ın sevgili kulu ve resulü; ne büyük, ne alicenap bir insansın sen. Ne mutlu sana ümmet olan insanlara. Yüce ALLAH kendisi için “Beni unutmayın” dedi de ey yüce Peygamber, senin için de, seni unutmamamız için, “ALLAH ve Melekler, Nebi’ye her an selam ederler, ey inananlar, siz de ona selam gönderiniz” dedi.
     Hem de biliyorsun, müşrikler sana, “Ya Muhammed, haydi ALLAH’ına söyle de bize gökten taş yağdırsın” demişlerdi de yüce Mevlâ’mız ne cevap verdi: “Ya Muhammed, sen onların arasında olduğun müddet onların başına taş yağmaz”. Bu ne demek? Biz ümmetin seni her gün yâd ederek anıyorsak sen aramızda yaşıyorsun. Sana her gün beş vakit Salatı Selam göndererek seni anıyoruz, böylece seni nasıl unuturuz ki?

EVVELİYATINI UNUTMA

     İnsan annesinden doğduğu gibi kalmaz. İnsan meşakkat içinde, meşakkate dayanıklı olarak yaratılmış olduğuna göre başına neler neler gelmez ki; yokluklar, hastalık, sakatlık, savaşlar, arz ve semavi afetler ve akla hayale gelmeyen, istenmeyen her çeşit belâ, felâket gelir ve de gelecektir. Ne var ki insan nankördür, unutuverir. Hayır, hayır unutma ve neydim, ne oldum, daha ne olacağım de. Başından gelip geçen her iyi ve kötü olay seni oldurmak, sana huzurlu bir ahiret için derstir. Üşütmeden dolayı hasta olmuş, iyileşmişsen, üşütmemek için daima gayret et. Unutma, yokluk içinde uzun zaman zahmet çekmiş de yüce Rabbin lütfu ile varlığa, bolluğa erişmişsen, aman çok dikkat et, bu varlık geldiği gibi gider de. İkinci kez düşeceğin yokluk ilk yokluğa benzemez de, onu anlatmak pek güç, yaşayan bilir. Ölümden beterdir, etrafında kimsecikler kalmaz. Hani, bir sokak köpeği kış günü çok soğuklarda hep, ah bir yaz gelse kendime bir ev yaparım der durur, o kış geceleri titrer üşürmüş ama vakta ki yaz gelip havalar ısınınca o kendi kendine verdiği sözü, bir ev yaparım demesini unutmuş ama kış yine gelince kafasını yerlere vurup gözyaşları dökmüş. Düş de gör, düşenin dostu olmaz, düşenin dostu olmadığı gibi belki de bir zararı dokunabilir diye uzaktan uzaktan geçerler, bunun için evveliyatımızda başımızdan gelip geçen her olayı hiç hiç unutmamalıyız ki aynı çukura yine düşmeyelim. Evveliyatını unutanı kibir ve bencillik hastalığı sarar, kendinin vaktiyle yapmış olduğu rezilliği unutur da her önüne gelene şunun bunun kusur ve hatalarını gösterir, böylece yüce Rabbin indinde günah üstüne günah işler. Oysaki evveliyatında isteyerek veya istemeyerek başına gelip geçmiş olayları hiç unutmayıp, hep el âlemi görmeyip kendini görmüş olsa yüce ALLAH’tan utanarak, ALLAH’a affedilmesi için gözyaşı dökerek nedametini ikrar eder de böylece yüce ALLAH onun dualarına elbette hayırlı yanıtlar verir. Özet olarak, insan, evveliyatını, kim olduğunu unutmamalı, sonradan görme olmamaya çalışmalı.

YAPILAN İYİLİĞİ UNUTMA

     Yapılan iyiliği unutana “NANKÖR” derler ki nankörlük imanı alır götürür ve adı dillere destan olan, daha dünyada iken kendisine ve eşine cehennemlik haberi verilen EBU LEHEB gibi olur. O nankör, yüce Peygamberin iki kızıyla oğullarını evlendirmişti. Kimin dünürüydü o nankör? Ümmü Gülsüm ve Rukiye’yi boşattı da böylece yüce Peygambere hakaret ederek Nankörlük adını aldı. Yüce Kitap’ta “Anne ve babanız yanınızda ihtiyarladığında onlara ‘öf’ bile demeyiniz” emri ilahîye karşı gelen sayısız nankör evlat her an önümüzde, ne büyük bir elem bu. Şu noktayı hiç unutmamalı; bir evli eşin yani erkeğin kendi annesi ne ise, eşi kadının annesi de, her ne kadar kayınvalidesi ise de, aynı kendi öz annesi kadar bir annedir. Kadının kayınvalidesi de, aynı kendi öz annesi kadar bir annedir ve her ikisinin babaları da kendi babaları gibidir. Böyle olmalıdır. Bu ALLAH’ın emri, ne çare ki kullar tarafından ka’le alınmayıp “öf” demek bir yana, darülacezelere atılıp evlat, torun hasretiyle yok olup gidiyorlar. Annenin veya kayınvalidenin, babanın veya kayınbabanın yaşlanıp evlatlarının yanında kalmaları şöyle dursun bir an önce evden atılmaları ne yürekler acısı. Bu yola başvuranlar ALLAH’ın hiç hoşuna gider mi? ALLAH böyle yapanlardan er geç hem de bu dünyada intikamını alır. Çocukları sakat doğar, kendileri yaşlanınca evlatlarından çok beter eza ve cefalar görürler, değil anne baba, kayınvalide, kayınpeder, uzak yakın tüm akraba için yüce ALLAH seviniz, sevişiniz, sayınız, sayılınız emirleriyle uyarıyor.
     Annesini, babasını unutan insan, yapılan iyiliği unutan insandır. Hele bir düşün, annen sen bu hâle gelene kadar neler, ne zahmetler çekti, baban da öyle.
     İnsan en büyük iyiliği önce yüce ALLAH’tan görmüş ki dünyaya “İNSAN” olarak gelmiştir. Aksi hâlde başı ezilecek bir yılan, zalim birinin eşeği olarak da yaratılabilirdi. Mevlâ’mızın böyle yapmaya elbette kudreti var ama nankör insan, ALLAH’ın bu güzel iyiliğine şükredeceği yerde bir de O’nu hiç anmaz. İnsanı dünyaya getirenler, öğretmen, usta, patron, bunlar da hep iyilik eden kişilerdir. Bu kimseleri de hiç unutma, bunlardan biri terki dünya ederse sen onu yine bir “FÂTİHA” ile an, geride kalanlarına elinden geldikçe yardımcı ol, onlardan ALLAH’ın istediği “Teşekkür” veya “ALLAH RAZI olsun” sözlerini işit. Böylece ustanın, geride kalan kimsenin bu sözü yüzünden cennete giriverirsin, ya ne zannedersin, insan ömür boyu daha nicelerden iyilik görür. “Bir kelime öğretenin kölesi olurum” demişler. Her an düşün, ben kimlerden iyilik gördüm acaba?
     İyilik gördüğün kim olursa olsun onu unutma. Yüce Mevlâ der ki; “Size hayvanlar yarattık, etini yiyin, sütünü için, yününden giyinin, yatak yorgan yapın, yükünüzü taşıyın, binin ve de hayvanların hâl ve hareketlerinden hisse kapın”.
     Yapılan iyiliği hiç unutma, unutup nankör kisvesine girme, kıyamet günü “NANKÖR” olarak kıyam edersin.
     Herkes senden kaçar, tıpkı şeytandan kaçarcasına. Düşün, henüz bu can tenindeyken iyiliğini gördüklerini hatırla, aradan zaman geçmiş olsa bile onları bul, özürler dile, ufak tefek armağanlarla onları hoşnut et. Şunu iyice bil ki sen aslında onları hoşnut etmiyor, yüce Rabbini hoşnut ediyorsun. ALLAH’ı hoşnut ettiğinde içinde bir sevinç, hafiflik hissedersin. İşte o zaman, “Rabbim, sana şükürler olsun ki beni patronuma getirdin de onu memnun ettim, sen de benden memnun ol yarabbi” diye dua et, yapılan iyiliği unutma ki ALLAH da seni hiç unutmasın. ALLAH’ın sevilen kulları arasına giren kişinin hayır duaları kabul olur. Bu tip kullar her an aramızdadır. Can gözün açıksa görür, onları saygı ve sevgiyle karşılarsan dualarını alırsın ki bu dualar çevrilmez ama nankörün duası kabul edilmez, sakın ola ki inanma.