(Her şeyin sonu önünden hayırlıdır) Hani, “hıyarım var diyene bir avuç tuz alıp koşuyor” derler ya, evet melun nefis, her yüze güleni dost zanneder, oysaki nefis, köpek gibidir, kemik parçasına kuyruk sallar, ama mağrur fil okşanmadıkça yemini yemez. “Ağır ol da Molla desinler” denmiştir ya, yine ağır ve sabırlı olanı ALLAH sever derler. Bu sözcüklerde nice Cennet kokuları var, cennet bu dünyada da var, cehennem de. Bir düşün, bir gün bile şurada duramıyor, sıkılıyorsun, acaba o hapishane denilen yerde otuz sene nasıl duracaksın? Geride koyduğun eşin, evlatların her an senin için içini yırtan ve çeşitli şüphelere gark edecek, acabalara düşürecek, uykularını kaçıracak, baş ağrılarına gark edecek hâlleri düşün, alçaklara karlar yağdı, üşümedin mi sen, bu işin sonunu düşünmedin mi? Sen bu türküyü söyleyeni işittin ve bir gün sen de söyledin. Hiç mi düşünmedin, bir de ben üç kez hatim indirdim diyorsun ama Duhâ suresindeki şu “Her şeyin sonu önünden hayırlıdır” sözünü inceledin mi? Bu söz, ALLAH’ın peygamberine olan öğüdü, dolayısıyla bize de. İnanmış olanlar, bu güzel öğütlere kulak veren ve de işleme koyanlar için dünya cehenneminin kapıları sımsıkı kapalıdır. Cehennem yalnız insanın dışını yakmakla kalmaz, içini de kemirir, otuz yıl hapis yatanın Emine’si ilk günler ziyarete gelir, gelir ama zaman onun bu gelişine set çeker. Seni düşünmekten yemiyor, içmiyor, uyuyamıyorum sesleri içinde gözyaşları seni azıcık teselli eder ama zaman ve yavaş yavaş ayrılık, senin içinde uyuyan kıskançlık yılanını uyarır, işte o yılan seni, o dünya cehennemi zindanda tam otuz yıl zehirleye zehirleye kıvrandıracak, çünkü Emine artık gelmez, gelmeyecek, acaba nerede? Bu bir örnek ve de hayal örnek değil, her an olabilen ve olan hakikatlerdir ve de nefsinin şeytanına uyup inanmış olmanın meyvesidir. Hani, yüce Mevlâ’nın cehennem gıdası olarak söz ettiği “zakkum” var ya, çok acı, işte bu olay da hapishanenin zakkumu. Konumuz nefsimizin güzel gösterdiği her şeye hemen sarılmamak, öne bakıp sonu görmek ve sona göre karar vermek. Bir örnek, şu vitrinde baklava var. Baklavaya iki kişi bakar, paraları yoktur. Baklava birine, “al ye, özenme, bir yerin şişer” der; adam “param yok” der, baklava “çal, yarım kilo için camiden ayakkabı bile çalabilirsin” der; adam yarım kilo baklava için bu işe alışır ama en nihayet yakayı ele verir. Gelelim öteki kişiye, baklavaya verdiği cevap: “Ben senin şimdiki hâlini değil de, seni yedikten yarım saat sonraki hâlini görüyorum”. Acaba bu sözden bir şey anladın mı? Üste milyonlar verseler kim senin bu hâline iç çeker, midesi allak bullak olur, elbette işin sonunu gören göz, tepsideki fıstıklı tereyağlı baklavayı değil de, yendikten yarım saat sonraki hâli görür ve zindana düşmez. Başımıza gelecek her felâketin önüne bakıp sonunu görmeye çalışalım, göremiyorsak görene sımsıkı sarılalım. Tetiğe dokunmak önce pek hoş gelir ama ya iki saniye sonra başlayacak, otuz yılın getireceği ızdırap, hiç düşündün mü? Günlerce pusu kurmayı, tetiği nasıl çekeceğinin talimini tasarladın da bu işten vazgeçmeyi düşünmedin ve kör oldun, hiç değilse bir görene, bir bilene sormadın ki bu işin sonu ne olur? Bunun için ne kadar bilgili ne kadar akıllı olursan ol, ille de kendine bir müşavir seç, bu âlem boş değil, inandığın kişi sana akıl olur. Akıl hiçbir zaman tetiği çek, bıçağı sapla demez, sen de Emine’yi düşünmez olup mutlu yaşar gidersin.
İlk yardım diye bir şey var ya: Nefsin sana hep ama hep yasak olan her şeyi çok çok iyi gösterir, ama sen o gördüğün yasak şeye bulaşmadan önce ilk yardımcıya başvur ve O’na, “Rabbim, bu iş için nefsim beni kışkırtıyor, bu işten, bu işi yapmaktan sana sığınırım” diye yalvar. O yüce koruyucu seni, senin müşavirine gönderir, o akıllı kişi sana o işin önünü ve sonunu iyice gösterir, sen de gelecek belâlardan kurtulmuş olursun.
Ne kadar yasak edilmiş şey varsa insanın nefsi ona kayar ve yüz bulmaya görsün, uçar adeta, işte o yasak şey, o anda nefsine o kadar hoş anlar yaşatır ki, korku da karışır bu hoş anların içine, gözünü iyice aç, normal bir işin içine korku girmez. Örneğin, evinde akşam yemeğini yerken korku hissetmezsin, ama faraza, hırsızlık ederken o yerde bulduğun bir yemeği yerken içine bir korku girer, işte bu korku ALLAH korkusudur. Bu yemeği hemen bırak ve orayı terk et. Men edilmiş her şeyin başlangıcında içine bir hoşluk, bir zevk gelir ama aynı anda bir de korku hissedersin, bu korku gelir gelmez ağzından şu söz çıksın: “ALLAH’ım, bu çirkin ve senin hoşuna gitmeyen işi yapmaktan sana sığınırım”. Ve hemen o işi yapmaktan vazgeç, orayı terk et ve sadaka ver, ALLAH’a şükret ki kurtuldun.
Sana, ALLAH’ın yasak ettiği şeyleri yazmak ukalâlık olur. Zira herkes bu önceleri pek hoş olan ve fakat sonu zehir zembereklerle dolu olan işlerin peşine düşer, nedendir? Zira şeytan hiç boş durmaz, cilalar, ballandırır, allar pullar ve ille de başını belâlara sokar, tek kurtuluş, ALLAH’a sığınmakla olur. İnsana otuz yılı giydirince evinden barkından, Emine’sinden eder ve kendi de çok uzaklara kaçar gider. Onun seninle işi bitti, yeni bir ev arar artık.
Ve insan ister cahil, ister âlim, ister çocuk, ister genç, ister yaşlı, ister kız, ister kadın, ALLAH’a sığınmadıkça ille de nefsinin doymak bilmeyen isteklerinin tuzağına düşer, yıllar yılı hep böyle gelip böyle de gitmekte eğer herkes nefsine sahip çıkabilseydi hapishaneler ve benzeri yerler, ıslah evleri bomboş kalırdı. Bu yerlere düşmek alın yazısı değildir. Felâketlerden korunmak değil, nefsinin arzularından kaçmayı öğrenir ve nefsimize gem vurabilirsek huzurlu oluruz. Yoksa doğal afetlerden de korunuruz ama ansızın gelince kaçamayız. Felâket ayrı, belâ ayrı. Başkasının zararında kendi kârını arayan ille de belâya düşer ve ona çok güzel dersler verirler. Özetle, ALLAH’ın yasakladığı şeyler icra edilirse ille de sonu hüsran olur. Bu hüsranı kişi kendisine kendi getirir. Sebepse gurur ve bencilliktir. Ev hayatındaki geçimsizlikler, kavgalar hep kendimizden, bencilliğimizden ileri gelir, bu hususu yukarıda yazdık. Her iki taraf birbirlerinin hoşlanmadığı şeylerden uzak olsun. Örneğin, evin beyi, eşinin hoşlanmadığı şeyleri yapmasın. Evin hanımı da beyinin hoşlanmayacağı şeylerden uzak dursun, böylece evin huzuru bozulmaz. Bir yerde huzur yoksa o yerde her şey berbattır. İnsan zehirli bir hayatın içine girmiş olur. Severek, isteyerek başlayan bu birleşme en son evin içini kan gölüne çevirir. Hep her şey ufak ufak başlar, son pişmanlık para etmez. Hele bir de küçük yavrular varsa işte şimdi beterin beteri doğar. Biz bu yazılarda ufak da olsa önün sonunu açıkladık, evin yıkılmaması için ille de fedakârlık şarttır. Kadın, bencilliğini kırıp erkeğine ve bütün dişiliğiyle sarılıp, kavgayı daha da ileri götürürse ne olur görmeye çalışmalı, erkek de aynı anda hoşgörülü olup hanımına sarılıverirse bu hâl ALLAH indinde umre yapmış kadar sevap olur. Ey tertemiz ruhun sahibi, sen kendini hiç bilmiyorsun, erkeğini bir saniye içinde pes ettirir güce sahipsin. Asiye, Firavunu bir bakışta eritti de Musa’yı kurtardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder