31 Ağustos 2012 Cuma

ELDEN ÇIKMIŞ BİR ŞEY İÇİN AH VAH ETME

     İnsanoğlu hayatı boyu neler neler görür, bilebilseler, bu garip dünyanın gündüzü olduğu kadar elbette gecesi de var: İnişi de var, yokuşu da var. Madem bu hayat yolundasın, doğumdan ölüme hep asfalt yol yok, eğri büğrü nice yollar çıkar karşına. Kazanç da var, zarar da var. Öyle kazançlar var ki bu âlemde çuvalla gelir, varlıkların miktarını bilemezsin. Öyle de giderler var ki değerini ölçmeye imkân yok; harpler, yangınlar, zelzeleler, seller, salgınlar, hava, deniz faciaları, özetle arz ve semavi afetler bu dünya kurulalı beri vuku olmakta ve devam etmekte, edecektir de.
     Bu doğanın yasası, bu işi kim yapar, hiç düşündün mü? Çok basit, bunu bilmeyecek ne var? Kimin malıysa bu âlem, inişi de o çizer, yokuşu da. Gökten ateş yağsa yer nereye kaçar ki? Atalar bize hiç söz bırakmamışlar, her sözü söylemişler, elden çıkmış bir şey için ahlayıp vahlama, üstelik yataklara düşersin. Eğer ticaretinde iflas etmişsen suçu kendinde ara, elini kesen kasap ağlar mı? Karakola gidip “ben elimi kestim” şikâyetinde bulunur mu, deli mi bu?
     Kim acaba şu dünyada kendine hâkim istediğini yapsın, hiç karışan olmasın, canının istediği gibi azade yaşasın? Böyle bir insan, hayvan var mı? Elbette yok. Yoktan var eden, her şeyi zıddıyla yaratmış. Canlıların işine gelen şeyler olduğu gibi işine gelmeyen şeyler de var elbet, acı olmasaydı tatlının değeri olmazdı. Zavallı insan her zaman her yerde şöyle olsaydı, böyle olmasaydı gibi ahkâm keser ama ne güneşe, ne Ay’a sözünü geçiremez, yağan yağmura dur dese de durduramaz. Yaratan, insanına akıl vermiş, fikir de vermiş, hem de yalnız insanına değil, gözüken gözükmeyen, canlı cansız ne varsa hepsine, “Ben varım, ben sizin Rabbinizim, haberiniz olsun ve benim işime hiçbiriniz asla karışamazsınız, sizler ancak emirlerime riayet edeceksiniz ve benim adımı daima anacaksınız, çalışacak, verilen ömrü benim istediğim şekilde geçireceksiniz ve ölüm gelecek, bundan kaçamazsınız, bu âlem geçicidir, asıl ve daimi âleme göçeceksiniz” emrini vermiş. Bütün yaşayanlar, bu emri ilahînin çizdiği daire içinde yaşamakta, hiçbiri bu dairenin dışına çıkamaz. ALLAH, bu davetine kulak asmayanlara elbette kendisini hatırlatmak, var olduğunu bildirmek için istenmeyen acılar, ayrılıklar, kayıplar vermiştir.
     Elbette bu dünyada toplum olarak yaşayanlar, bu toplumun kurallarına uymak zorundalar, uymazlarsa zor kullanılır ve teslim olmak zorunda bırakılırlar. Ne var ki Yaratan, insanlara kendi kanunlarını, nizamlara nasıl uyulacağını yine insanlar içinden seçtiği, Peygamber denen kişiler aracılığı ile tebliğ etmiştir. Üstelik yazılı kitaplar da göndermiştir. Bugün herkesin evinde bu kitaplardan en az bir tanesi var elbet. Yalnız, bu kitaplardaki emirler inananlar içindir.
     Kitap, örneğin Kur’an-ı Kerim, bir insanın doğumundan ölümüne kadar, bu dünya hayatında başına gelecek iyi ve kötü tüm günleri nasıl ve ne yaparsa huzurlu veya huzursuz geçireceğini açık açık haber vermiştir. Bu habere inanıp uyanlar ve O’nun istediği şekilde hareket edenler asla huzursuz olmadan ömürlerini sürdürmüşler, sürdürmektedirler. Ama bu semavi yasalara inanmayanların pek çoğu bu dünyanın rahat yerlerinde ömür sürmüşler, hâlen de sürmekte olanlar var. Kitap, böyleleri için, “ebedi hayatları perişan olacak” haberini veriyor ve daima şu söz var: “Biz size bir şey yapmıyoruz, siz kendi kendinize yapıyorsunuz”. İşte bu apaçık söz nedir? Düşünen, bilen bir insan için çözümü çok kolay bir bilmece. Mademki yine Kitap’ta, “Bir zerre ağırlığında hayır veya bir zerre ağırlığında şer işleyen onu görecektir” deniyor ve “bu kelam katidir” ve de “ALLAH verdiği sözden dönmez” deniyor ve mademki O’nun hoşuna nelerin gideceği ve de nelerin gitmeyeceği ayrı ayrı haber veriliyor, o hâlde ALLAH denilen, bu ölçülere gelmez, kudretli gücün karşısında teslim, İslâm olmaktan başka yapılacak bir şey yok. Yapılacak tek şey, kadere razı olmak vesselâm. Kayıtsız şartsız O’nun emirlerine uyanla uymayanın akıbetleri ortada apaçık gözükmekte.
     Eğer evin yanmışsa ille de bir sebebi vardır, iyiden iyiye, sathi olarak ararsan o sebep sendendir, bulursun. Yangını sen yapmışsan neden kendini yerden yere vurup telef ediyorsun? Eğer iflas etmişsen yine düşün, bu kaybın sebep ve sorumlusu yine sensin. Hapislere, genelevlere düşmüşsen inan ki sebep yine sensin, niçin alnının yazısı diyorsun? Yüce sahibin, Rabbin, kimsenin alnına kara yazı yazmaz, inan ki bu yerlere gelmeyi sen istedin, sebep yine sensin, ayağına çarpan taşın suçu ne? Ayağına çarptı diye taşa yumruk atarsan bu defa elin de yara alır, bu yarada taşın suçu ne? Hem cama yumruk atıyorsun hem de ellerin kesildi diye ah vah ediyorsun, duymadın mı “kendi düşen ağlamaz” denildiğini? Özetle şunu belirteyim ki Yaratan senin eline bir kılavuz, bir rehber, bir talimat, bir yol gösteren vermiş ama sen o güzelim öğreticiyi bir kese içine koymuş, duvara asmışsın. Onu sana veren ne demiş? “İKRA” (oku). Sen ne yapıyorsun? Başına gelen bir olay, hoşa gitmeyen bir hadise için kurtuluşu şeytandan soruyor, çare arıyorsun. Hani, şeytanın candan sevdiği, pek samimi olduğu bir kişi bir telaşla şeytana koşmuş, “Aman iblis, başım dertte bana yardım et, bir yol göster” deyince iblis ona, “Haydi yürü başka kapıya, seninle bunca yıl dostluğumuz var, ben sana katiyen iyi yolu gösteremem, bu benim huyum” der. Ey insan, hele bir düşün, seni kim yarattıysa sen ancak derdinin dermanını O’ndan um ve O’na başvur ama yüzün yok ki. İyi zamanlarında O’ndan uzaklaştın, O’nunla ilgini kestin, sıkışınca aman ALLAH’ım diyorsun. Neden? Çünkü O’nun sana verdiğini O’ndan bilmedin, ben kazandım, ben sıfırdan başladım, ben, ben hep ben, her yerde ben dedin, O da verdiğini alıverdi. Nasıl canları alıveriyor, alır elbet, canların da sahibi yine O. Sana verdiklerini niçin aldı, niçin iflas ettin? Niye verdin? Madem sıfırdan başladın, yine sıfıra düştün, yine kazan, boşuna ah vah etme, namludan çıkan kurşun geri dönmez. Suçu kendinde ara, nasıl mı arayacaksın? Evinde asılı Kitap her şeyi, her çareyi o kadar güzel, o kadar makul olarak haber veriyor ki ama sen onun ne söylediğini bilmiyorsun, bilene de sormuyorsun, sordukların şeytanın avanesi, muskacılar, büyücüler, gaipten haber veren falcılar.
     Örneğin, “Feinne meâl usri yüsren inne meâl usri yüsra” okudun ama sana ne söyledi bilmediğin gibi, ölmüşlerine üfledin, oysa o sana bak ne dedi: “Başınıza bir üzücü hâl gelince ah vah etmeyin, ALLAH’tan ümit kesmeyin, sabredin, insanın başına hep iyi şeyler gelmez, kötüler de gelebilir, bu ALLAH’ın kanunudur”. Yüce ALLAH, başına gelen kötü hâller için, elinden çıkıp gidenler için ah vah etmeyen, sabırla bekleyenlere bir üzüntü yerine iki sevinç vereceğini söylüyor. Yukarıda yazdık, insan şükretmeli, kanaat ve sabırla yaşamalı. Başına gelen her zarara sebep sensin, bizzat kendinsin, suçu başka yerde arama, hep kendinde ara. Bil ki ALLAH’ın izni olmadan kimse kimseye ne iyilik, ne kötülük edemez. Elinden çıkan şey için boşuna yakanı yırtma, sen o güzel Kitabı okuyup işleme koysaydın bugün ah vah etmezdin. Hiç değilse bu yazıları birkaç kez oku, ders al da ona göre hareket et, sonunda ah vah etme.
     Hem aşırı derecede ah ve vahlar insanda paniğe yol açar, akıl ve düşünce zedelenir. İnsan, ALLAH korusun, en önemli şeyini, aklını kaybeder. Bir ölüm karşısında feryat ve figanlar, ALLAH’ın hoşuna gitmez. Eskiler “acı acıyı, su sancıyı keser” demişler. Birinci kambura razı olmazsan, ikincisi gelir, sağ bacağını arı sokmuşsa uluma, zira sol bacağının yanındaki akrep uyanır, akrebin ısırması arının sokmasına benzemez. Hayır ve şer, “hayrihi ve şerrihi min allahi teala”, unutma, imanın şartlarındandır.
     Sabret, ALLAH bir alırsa bin verir. Şu noktaya açıklık getireyim de haberim yoktu deme; başına istenmeyen bir durum gelince ALLAH’a koşacağın yerde şeytana, şeytanın yuvasına koşuyorsun. Nereye mi? Elbette meyhaneye, şaraba sarılıyor, dertlerine deva arıyorsun, bilmiyorsun ki battıkça batıyorsun. Kim şaraptan huzur bulmuş, hiç duydun mu? ALLAH’ın düşmanlarına düşman olunuz kelamını duymadın mı ki inadına yaparcasına ALLAH’ın düşmanıyla dost olmaya koşuyorsun. Böylece suçunu katlıyor, zerreleri kilolara çıkarıyorsun, kaybettikçe kaybediyorsun. Yüce Mevlâ, insanının başına gelip ona ah vahlar ettirecek her kötülüğün önceden çarelerini yarattı ve insanına o kötülüğün nedenlerini öğretti. Yukarıda bu hususta her şeyin nedenlerini, nelere gebe kalındığını ve de “başa gelen çekilir” sözüne uyarak bu çilenin nasıl daha kolay çekilip def edilebileceğini, Türkçe anlaşılır şekilde izah ettik, anlattık. Oku da bak, anlarsın. Biz bu öğütleri Kur’an’ın ışığında yazdık.
     Ah vah etmek elden çıkanı geri getirmez, yürü o koca kapıya yine iste, istemesini bilirsen fazlasıyla alırsın. Bırak, gözyaşlarını akıtma, tevhide inan yeter. “Her şeyi senden isteriz, her iyi şeyi sen verirsin, yalnız sen varsın, sen acırsın, sen affedersin. Sen Âlicenapsın” demeye koyul, ahını vahını O’na yap.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder