Yüce ALLAH, kullarının başına gelecek felâketler için onları
uyarmaktadır. Gün geçmiyor ki trafik yüzünden çeşit çeşit kazalar olmasın; nice
ocaklar sönüyor, nice genç, ihtiyar, kadın, erkek hep sakat kalıyor, “eceli
öyle imiş” deyip geçiyor insanlar, oysaki ecel iki türlüdür: Eceli kaza ve eceli
müsemma. Yüce ALLAH her ayetle, “biraz düşünmez misiniz?” diyor. Hele bir
düşünelim bakalım, yüce ALLAH’ın, her ne yaratmışsa, boşuna, dünyada bulunsun
diye veya laf olsun diye yaratmadığını ve her yaratılanın dünya hayatı için bir
yeri, bir yararı olmak üzere yaratılmış olduğunu görürüz. Örneğin insan,
hayvan, bitki canlılar sınıfındandır. Bunların, yaşamaları için gıdaya
ihtiyaçları var elbet. Ne var ki hepsinin gıdası ayrı; eşek saman yer ama aslan
yiyemez; söğüt ağacı su içer; et yiyenler, ot yiyenler, hem et, hem ot yiyenler
var bu yeryüzünde. Hayvan ve bitkileri bir yana koyup insanı ele alalım. İnsan
yaşadığı müddet elbette onu yaşatacak şeylere ihtiyacı var, işte insan bu
ihtiyacını temin için bir işin ucundan tutmak zorundadır. Ya amele olup yük
taşıyacak, ya terzi olup elbise dikecek, ya doktor olup hasta bakacak, ya
mühendis olup öğrendiği dalda çalışacak, ya ressam olup resim yapacak. Velhasıl
dünyada ne kadar meslek veya iş kolu varsa, her biri için ALLAH, o işi
yapabilecek kabiliyetleri, ana karnında, gerek aklını gerek bedenini o işe göre
hazır etmekte. O doğan insan büyüdüğü zaman, ne yüzden karnını doyuracaksa,
bedeni o işi yapacak, öylesine dünyaya gelmiştir. Hemen hemen tüm analar
babalar evlatlarının doktor, mühendis, paşa, tüccar olmasını ister. Yine
düşünelim; herkes doktor, paşa, mühendis, bakkal olsa hayat olur mu? Ekmeği kim
yapacak, kim ekin ekecek, kim ev yapacak? Elbette her işte olduğu gibi bu işte
de ALLAH’ın dediği olur.
Bilinmesi icap eden bir mesele daha var. ALLAH melekleri
niçin yarattı acaba, laf olsun diye mi, üstelik melaikenin var olduğunu insana
haber verdi, “vel melâiketu” dedi. Kur’an’da, “Siz kendi kendinizi idare
ettiğinizi zannediyorsanız elbette aldanıyorsunuz, sizi yedenler, güdenler var”
dediğine göre. Her insana iki melek tahsis ettiği, sağda ve solda yazıcı
meleklerin var olduğu Kur’an’da var, oku da gör.
Şu insan resim yaparak karnını doyursun emriyle, o kişi resim
yapmayı mektebine giderek öğrenir ve hayata atılıp eline kalemi, kâğıdı ya da
fırçayı, levhayı alır, şu caminin resmini yapar. Karşıdan bakan, o caminin
resmini yapanın ressam olduğunu görür, ancak o ressamın elini, gaip âleminin
güçlüleri tutar ve resmi meydana getirir. Şu kişi de diş hekimidir, çürük dişi
çektiğini zanneder ama dişi çeken, ona tahsis edilen varlıktır. Yüce Mevlâ’nın
şu sözüne bir bakalım: “Ne şaşılacak şey, tozu toprağı görüyoruz ama rüzgârı
göremiyoruz, hiç rüzgâr olmazsa toz toprak olur mu?”
Böylece, yüce Mevlâ, şu kulunu kara yolları mühendisi olarak
hayata atar, o kişi bu yolda arabaların nasıl yürütüleceğini bilir. Yolun şu
noktasından bu noktasına kadar, faraza, altmışla gidilecek levhasını yolun
kenarına koyar, ancak o altmış rakamını yine gaip eller yazar. Yolun şu yerinde
viraj, şurası rampa, yol mühendisi hep sac levhalar üzerine işaret koyarak yolu
tamamlar. Sürücüler ve yayalar bu işaretlere, lambalara göre hareket eder, kendi
yollarını tayin ederler. Yaya, kırmızıda durup yeşilde geçmek zorunda, bu
trafik yasasıdır. Bu yasayı insanın hazırladığını zannedenler yanılırlar, her
ne varsa hepsini Yaratan hazırlar. İnsan bu yasaların ancak ALLAH tarafından
var edildiğine inanmadığı için, gözükmeyen Tanrı tokadını yer. Nasıl? Şöyle ki:
Şu sürücü yanında biriyle yola çıkıyor ve altmışla gidilecek yolda doksanla
giderken birden altmışa düşüyor, yanındaki, “niye düştün?” diye sorunca, trafik
memurunu gördüğü için trafiğe riayet ettiğini söylüyor. O yeri geçince trafikçi
yok ya, elliyle gidilecek yolda kimseler yok, basar gaza hatta yüzle gider. Kimse
kendinden emin olmasın; ben yapmam, ben aldanmam, ben yolumu bilirim, ben
şöyle, ben böyle, bu sözler ALLAH’ın hiç hoşuna gitmez. Bu sürücü ille de
şamarı yiyecektir.
Gelelim şu başka sürücüye. Onun da yanında biri var, bu da
altmışla gidilecek yerde, trafik memurunu görsün görmesin, trafik yasasına
riayet ediyor. İleride hiç kimsenin, yani memurun olmadığı bir yolun
kenarındaki elliyle git yazısını görüp elliye düşüyor. Yanındaki adam, “niçin
elliye düştün, burada trafik memuru yok, bas” diyor. Sürücü ise inanmış insan, “evet
trafik memuru yok ama ALLAH’ın yazdığı yazı var, o elliyle git diyor. Trafik
memuru yok ama ALLAH var. ALLAH gözükmez ama var” der ve bu sürücüyü ALLAH korur.
Bakara suresinde, “Onlar (ellezîne) ALLAH’ı görmezler ama O’nun her yerde hazır
ve nazır olduğuna ALLAH’ı görmüş gibi inanırlar” der. Böyle olunca da yasak
edilmiş hiçbir şeye el atamazlar. ALLAH’ı sever, ALLAH’ın azabından da şiddetle
korkarlar ve korkuyla da pek utanırlar. Bunlar hidayete, kurtuluşa ermiş
kimselerdir. Size felâketleri getiren sözlerin en başında, “kim görecek, kim
duyacak, kim bilecek?” gelir. Ne olur, bu sözler için ağzınıza kilit vurun.
Yüce ALLAH, her vaki olacak hâl için bir sebep yaratmış,
kendisi sebebin arkasına saklanmış, korkusundan mı? Haşa, haşa, bin kere haşa,
O, “EL AZİZ”dir. Kimseden korkmaz, O, sübhândır. Hani, tespih çekeriz, “sübhânallah”
deriz, bu nedir? “ALLAH’ımız, seni, sana layık olmayan her şeyden tenzih ederiz,
yani uzak tutarız” demektir. Zaten “TESBÎH” Arapçadır. Türkçesi ise
uzaklaştırmak demektir.
Sen sen ol, “durup dururken”, “hiç günahım yokken” gibi
sözleri söyleme, ALLAH’ı iyice tanımıyorsun, O zaten adaletin ta kendisi olduğu
gibi merhamet de O’dur. O, hiç kimseye durup dururken eza vermez, O’nun adalet
terazisi zerreyi tartar ki dünyada zerreyi tartacak terazi yok.
Ve yüce Mevlâ hiçbir kuluna en küçük bir acı ve felâketi reva
görmez. “Biz size bir şey yapmıyoruz” diyor, bu nedir? Her yasak edilen şeyi
yapmaya kalkan kulun yanında ALLAH ve koruyucu melekler, bir yanında da nefsi
ve şeytanı vardır. ALLAH, “yapacağınız ve men edilmiş her şey için şeytandan
bana sığınınız ki şeytan ve nefsiniz size bir fenalık edemezler” diyor ama gel
gör ki yaratılış itibarı ile insan daima yasakların arkasına düşme meylindedir.
Yüce ALLAH ona son âna kadar melekleriyle felâketi haber verir. Böylece de “biz
sizi koruduk” der. Ama insan ALLAH’ın bu ikazını dinlemez, şeytanı ile birleşir.
Evet, burada en büyük suç, insanın ALLAH’ını layığı ile bilememesi,
bilemediği hâlde “ben bilirim” demesi, ayrıca ALLAH’a karşı benlik taslaması,
yaşadığı dünyanın zevklerini nimetlerini tutmayıp dünyanın belâ ve felâketleriyle
hayatına kast etmesini getiriyor. Bu yüzden evlatlara ALLAH’ın hoşlanmadığı
şeyleri önce belletelim, aksi hâlde 40 Yâsîn onları kurtarmaz, amel şarttır,
ilim amelle tamam olur. Namaz kılmak, Kur’an okumak ilimdir ama namazın ve
Kur’an’ın emirlerine harfiyen uymak şart ve ameldir. Yasa ne diyor? İçkili
olarak araba kullanmayınız, sen hâlâ “Ben şaşalamam” diye ALLAH’a karşı yine “BEN”lik
taslıyorsun. Bak hâlâ ne söylüyorsun, “kemeri takma, saat 24, gece trafik
memurunun işi yok da bu soğukta yola çıkacak” diyerek hem kendin kemeri
takmıyor hem de yanındakine mani oluyorsun.
Evladım, bin kere dedim, yine derim, trafik memuru yok ama
yasayı yapan ve bu yasaya uyun diyen ALLAH var. Hâlâ anlayamıyorsun, öyle mi? “İlmel
yakîn-Aynel yakîn”, yakında bilirsin ve de görürsün, benden günah gitti. Şu
noktayı aklından hiç ama hiç çıkartma ki ALLAH daima haklıdan yanadır, ALLAH
trafik yasasının asıl sahibidir ve yasaya aykırı davrananı sürücü olsun, yaya
olsun ille de cezalandırır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder