Sırlar, dertler hakkında birkaç söz ettik, anlatabilmişsek ne
mutlu bize. Ne var ki Yâsîn’i oku da orada gör: “Ya Muhammed, boşuna yorulma,
onlar seni anlamazlar, biz onların gözlerini kör ettik, göremezler, kulaklarını
sağır ettik, duyamazlar”. Sen ancak inanmışlara söz anlatabilirsin.
Dertlerini ALLAH’a yakar, ALLAH ile konuş, en güzel ibadet
ALLAH ile konuşmaktır. Bundan böyle her derdini O’na yakar ki O seni icap edene
gönderir. Sen de gidersin, derdinin dermanını bulursun. Hani, Yemen’i işgal
eden Yahudiler, Yemen’deki Hristiyanları telef edip Yemen’e girmişlerdi de
kaçan Hristiyanlar, Roma’dan yardım dilemişlerdi de Roma onlara, “biz Yemen’e
uzaktayız, Habeş’e, Necaşi’ye haber gönderip onların size yardımını sağlarız”
demişlerdi de Necaşi de yüklü bir ordunun başına Ebrehe’yi geçirip Yemen’i
Yahudilerden kurtarmıştı. Kehf suresini oku da bil.
İnsan insana ancak Rabbin rızası ve izniyle yaranabilir.
Belki ölüme bile çare bulabilirsin ama, herkese yaranmaya olanak yoktur.
Yapılan iyiliklerin karşılığını insandan uman ne çare ki mahzun olur, yapılan
iyilik ancak ALLAH rızası için yapılmışsa o zaman insan umduğuna erişir. Sen
sen ol, birine bir değil, bir yudum dahi su verirken aklına Rabbini getir de, “kabul
buyur ALLAH’ım” demeyi unutma. Mevlânâ, “Sema” esnasında “ağzını rızık için
açmış zerreler görüyorum” derken zerrelerin ağızlarını kime açtığını biliyor ve
bize de “Mesnevi”sinde haber veriyor. O zerrelerin rızkı nereden elbette
biliyorlar ve bildikleri için ağızlarını o kapıya açıyorlar. “Rızkınız gökten
gelir” diye ayetler var. İnşirâh suresinin son ayetinde (“ve ila rabbike fergap”)
“Ey Muhammed, Rabbinden gayriye rağbet etme” kelâmı bize neyi haber veriyor?
İşlerin dış yönü meydanda, herkes birbirine tutunmuş,
kâinatın hiç durmadan dönüp durduğu bu âlemde sona doğru yürümekte ve nasıl ki
bir doktorun işi kerpiç kesene benzemezse birbirine tutunup dönenlerin de ALLAH
katında elbette eşit olmadıklarını can gözü açık olan kişiler pek âlâ da görür
ve bilirler, yaşamları boyu gerek her şeyi ancak asıl sahibinden dilerler.
Müdür beyin emri olmadan ambar bekçisi ne verebilir, işte o birbirine tutunup
bir toplumu meydana getirenleri yaratan, hepsine kaldıracakları kadar yük
yüklemiştir. Kimilerine hikmetler lütfetmiştir, sen her önüne gelene yaranmak
için boşuna uğraşıp didinme, sen ancak hikmet sahiplerini bul, derdi onlara aç
ve onlara yaranmaya bak yoksa bunca emeklerim boşuna gitti diye dövünürsün. Adama
elbette bir gaye için yıllarca emek harcar, ter dökersin, her tür
fedakârlıkları gösterirsin, tam ondan umduğuna hatta yirmi dakika sonraya söz
bile alırsın ama adam on dokuz dakika sonra teslimi ruh etmiştir. Herkes senin
ağlamana aldanır da kim bilir ne kadar seviyormuş ki ağlıyor zavallı derler,
oysaki sen onun öldüğüne ağlamıyorsun, tam ondan yararlanacağın zamana
ağlıyorsun, ona yaranmak için harcadığın emeklere ağlıyorsun hem de bu
ağlayışın nedenini bir sen, bir de ALLAH biliyor. “Cana güvenme ölür, mala
güvenme yanar” demişler, doğru, biz de doğru olanı yapalım. ALLAH’ın hoşuna
gitmeyeni bilip o yola düşeni bul ve onun eteğine sımsıkı yapış; böylece çölde
görülen serap, seraptır. Eller koşarlar ama sen koşup yorulmazsın, sonunda boş
ellerle dönmez, emeklerine ağlamamış olursun. Ekmek için ekmek satana gidiyor
da et satana gitmiyorsun ya, bu iş de buna benzer. Ekmekçide yalnız ekmek,
kasapta da yalnız et var ama senin ihtiyacın yalnız et, ekmek değil ki. “Sizin
için sayısız nimetler yarattım” diyenin kaygısına gel, gel de “Rabbim” de ki O
da sana “Ne istiyorsan al, korkma, biter diye üzülme, bende sayıya sığmayan,
teraziye giremeyen her şey var, al aç” desin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder