Evvela; acılar terbiye içindir, ateşe iyice yakın olan nohut piştikçe tatlanır, hayvan derileri acı ilaçlar içinde güzelleşir, kullanılır. İlâçlar, iğneler acıdır ama şifa verirler.
Saniyen; hasta olan, ALLAH’ı anmaya, “Rabbim sensin, şifa ver, çektirme” demeye, ALLAH’a yalvarmaya başlar. Yüce ALLAH, Kitabında, “Ya Muhammed, onları kendi hâllerine, kendi zevk ve neşelerine terk etmiş olsak, unutkan olup ne anarlar, ne ararlar, azıcık kulaklarını çeksek yaygarayı basar, sensin sensin demeye başlarlar”.
Salisen; hastalıklar rızık kapılarını çalıştırır; doktorlar, hemşireler, eczacılar ve gereken araç ve gereçleri imal edenler, milyonlarca insan için rızık meselesidir. Dördüncüsü ise; ALLAH’ın emanet ettiği bu beden, zarar verecek her şeyden bilhassa haramlardan korunmak içindir ancak hastalığın küçüğünü küçümsemeden çaresine bakmalı, doktora gitmeli, ilacını almalıdır. Diş önce ince ince sızlar, haber verir, hemen çareye başvurulmazsa çekilir. Erken yaşlarda dişsiz kalınır, ağrılar sızılar önce pek acı vermez, haber verir, adam sen de deyip ihmal edilirse sonu felâket olur. Hatta pek çok hekim, “şimdiye kadar nerede kaldınız” diye tehdit bile eder. Hastalık deyip geçme, insan kendinin hekimi olmalı, ne yerse karnı ağrır bilmeli. Çoğunlukla dertler iki şeyden gelir: üzüntü ve soğuk. İnsan aklını fikrini kullanırsa üzüntü gelmez. Üzüntü, gam, kasavet, elem, keder hep bir sebebe dayanır. İnsan, onları getiren sebebi bilir ve o sebebi yok edebilir. Başın ağrıyorsa bir sebebi var elbet, bugün tasalanmışsan elbette onun da bir sebebi vardır. Yüce Mevlâ bu istenmeyen can sıkıcı ve can yakıcı her sebebin neler olduğunu kullarına elçileri, kitaplarıyla önceden bildirdi ve “oku” dedi. Okusaydın ya da okuyandan dinleseydin bugün kederlenmez ve netice hasta olsan bile cüzi bir çareyle savuştururdun derdini. Demek oluyor ki insan yaşam boyu, yaşlanmadan önce de bilhassa çocuk hastalıkları geçirecek. Ne var ki tıp bu hastalıkların daha hafif geçmesi için birtakım aşılar bulmuştur. Hekimlerin önerilerine uymalı, hastalıklar ölümün cüzleridir, “hastalık ALLAH’tan” deyip ihmale gelmez. Yüce Mevlâ her hastalığın çaresini de vermiş ve Kur’an’ın Nahl suresinin 68. ayetinde, “BAL”daki şifayı apaçık bildirmiştir. Bitkilerden pek çoğu hastalıklara iyilik getirmektedir, elbette “TEVEKKEL” olacağız ama önce çareye başvurmak icap eder. Boynuna takılan muska çare getirmez, aksine zarar getirir. Her iyiliği ancak ALLAH’tan beklemeli, hacıdan, hocadan değil. Her derde hizmet eden insanlar içinde hekimler var, hasta ancak hekime giderse ilacını alır. Hiçbir şeyin ebedi olmadığı gibi hastalık da elbet ebedi değildir, insan yaşamı boyu kim bilir kaç kez hasta olur ve iyileşir.
BORÇ
Borçlanmak ayıp değildir ancak borca önem vermemek bu borcun üremesine yol açar, insan borcunu ödeyeceği günde hemen ödemeli, ödemediği takdirde toplumda itibarı kalmaz, adı batakçıya, dolandırıcıya çıkar ki ne fena bir damgadır insan için. Hele hele devlete ait borcu hiç ihmal etmemeli, devlet aman dinlemez, evine hacze gelir, konu komşu arasında insan rezil rüsva olur. Bunun için yüce ALLAH’ın, A’râf suresi 31. ayetini hiç ihmal etmeyip bu ayetin emrini yapan kişi hayatında borçsuz yaşar. Borca girse bile gününde öder. ALLAH, borçlarını gününde ödemeyenleri sevmez. Batakçıya, dolandırıcıya elbette de kimseler acımaz, borcun azı çoğu olmaz. Adam sen de, ne kadarcık bir borç deyip küçüğünü küçümseme, araya hiç akıl edilmedik zorunluluklar girer, bu küçümsediğin borç ödemeye ödemeye büyür. İnsanın ALLAH’ına da borçları vardır. İhmale gelmez, ödenmezse büyür, bu defa hiç ödeyemez. Huzur-u İlahî’de sorumlu olacaktır. Namazını, orucunu, hac ve zekâtını hele vakit var diye ileriye atma. Hasta olursun, hiç yapamazsın, belki de ömrün yetmez, hesap vermek zorunda kalırsın. Bu hesap insanlara hatta devlete verilecek hesaba benzemez.
Her kötülük ufaktan başlar, önemsenmezse büyür. Hani, dertler üst üste geliyor derler ya, elbette öyle olur. Hep kulak arkası atmaktan, “şu kadarcık vergi için ta oralara gidemem doğrusu” sözünün ileride nelere mâl olacağını bilse. Yavan ekmek ye, borcunu öde, ödeyemeyeceğin borcun altına girme. İnsanı ileride rezil rüsva edecek, kaldıramayacağın yükün altına girme, yüce Mevlâ’nın “Biz herkesin kaldıracağı kadar yükleriz” buyruğunu unutma, ona göre hareket et. Sonraki nedametler, gözyaşı, ah vahlar kurtarmaz. Hele ufak ufak elli kapıya borçlanma, borç yiğidin kamçısıdır sözüyle avunma, pişman olursun, üstelik “AHLÂK”ın bozulur.
YANGIN
Adı bile insanı ürpertiyor, nasıl ki her istenmeyen şey ufaktan ufaktan başlarsa yangın da ufaktan başlar, bunun için yangının küçüğünü küçümseme. Şuradan ince ince bir duman görünce hemen sebebi ara, sigara izmaritiymiş, bir şey değil deme, söndür. Nice büyük yangınlar hep sigara izmaritinden çıkıp semtleri, şehirleri kül etmiştir. Kırlara çıkıp piknik yapan ve ateş yakıp iyice söndürmeden oradan ayrılanların geride bırakıp ehemmiyet vermedikleri ufacık bir ateş parçasının, nice ormanların ve orman içinde yaşayan nice canlıların yanıp kül olmasına sebep olacağını hiç unutma. Uykuya yatacağın zaman her yeri iyice tara, ateşli hiçbir şey bırakma, sobayı da iyice söndür, hele hele elinde sigarayla yatma, olmaz olmaz deme, oluverir. Bu yüzden de nice felâketleri hep görür işitirsin. Bilhassa ufak çocukların üzerine kapıyı kilitleyip hiç ama hiç bir yere gitme, ne olurmuş deme. Çocuk bu, sobayı karıştırır, bir kıvılcım ortalığı cehenneme çevirir. Hele hele çakmak, kibrit gibi ateş yakacak şeyleri ortalıktan kaldır. Aksi hâlde kuzucuklarının yanıp kavrulmasına sebep olursun, kendini yerden yere atmanın hiç faydası yok. Kömür olmuş Ahmet’in, Mehmet’in, Ayşe’n, Emine’n dönemezler gittikleri yerden. Canım, iki adım bakkala kadar gidivermiştim sözü seni kurtarmaz. Gitme ve madem anne oldun, hayvanlardan örnek al, tavuk hep civcivleriyle beraber gezer. Yanan sobaya, ocağa, sönüyor diye yanıcı şeyler atma. Nice kadınlar gaz, benzin atarlar, atarlar ama kendilerini de yakarlar. Bu olaylar her gün olup durmada, ateşle şaka olmaz. Ateş hiç acımasız yakar kavurur, önce sahibini sonra mahalleyi yakar. Ve insanı bin pişman eder, bunun için yangın bir felâket, bir afettir, küçüğünü küçümseme, aklın ermezse elektrikle de uğraşma.
DÜŞMAN
Yüce ALLAH bütün canlılara dostlar yarattığı gibi düşmanlar da yaratmıştır. Ne var ki hepsine ayrı ayrı dostları da, düşmanları da tanıtmıştır. Böylece insan neyin dost, neyin düşman olduğunu pek âlâ da bilir.
“Su uyur düşman uyumaz” demişler. Düşmanın en küçüğü bile yok edilmezse büyür, yok edilmesi güç olur. Hani, adamın biri yolun ortasına çalı dikmiş, çalı büyüdükçe yolcuları rahatsız etmiş, valiye şikâyette bulunmuşlar, o da adama haber salmış, çalıyı sök at diye. Adam, olur demiş, bugün yarın derken çalı daha da büyür, hem adamın gücü zayıflar ama çalı iyice kuvvetlenir, hiç sökülemez olur. Düşmanını küçük gören bir gün çok pişman olur, bu küçümsemeyi canıyla öder. Küçük görülen her zararlı şey bir gün karşına büyük olarak çıkar. Her düşmanı ihmale gelmez, her düşmana acınmaz, “merhametten maraz doğar” demişler. Bilumum haşerat ehemmiyetsiz gibi gözükür, zararları olur. İnsan herkesi dost zannetmemeli, insana düşmanlık yapacağı dost olur, ufak tefek armağanlar verir, senin için üzülme numaraları yapar, adeta elinden gelen iyilikleri hiç esirgemez, her zaman yoklar, yüzüne güler ve seni icabında müdafaa eder ve senin en ufak bir zaafında tependen vurur, ne olduğunu bilemezsin. “Eski düşman dost olmaz, eşek derisi post olmaz” demişler. Eski bir düşmanının sana dostça yaklaşmasını dikkatle izle, güvenme hemen, bugün küçük ve aciz gibi gözüken, yarın ejderha bir canavar kesilir. İntikam ânında ne ALLAH, ne peygamber tanımaz. En büyük düşmansa kendi nefsindir, ona pek yüz verme, o çok haris, çok açtır. Sen onu yenemez, yenmek istemezsen bir gün o seni yener. Bunun için eskiler önce nefislerini ıslah etme yoluna gitmişler. Nefsi yok edemezsin ama ıslah edersin, onun isteklerine boyun eğersen seni ne çeşit kötülüklere sürükler. Hırsız, katil eder, hayatını söndürür. Varını ona açarsan, o varlığa göz koyar. Ondan kaçamazsın, o senin yanında, zaten o, sensin. Onu doyurursun ama yine acıkır. Hep o nefsim yanımda -ölüp ölüp dirilsem- düşmanlardan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem. Ne var ki insan düşmanını kendi yaratır. Akıllı insan bu kişinin bir gün kendisine düşman olacağını bilip dostluğu ileri götürmeden kesip ciddi tedbirler almalı. Kur’an-ı Kerim’de, “Evlatlarınız ve mallarınız size fitne olur” dendi. Nedir bu; evladına da, malına mülküne de fazla güvenme. Ebu Leheb güvendi ama ne oldu. Tebbet suresini oku da öğren. Herkese varlığını ağzını köpürte köpürte anlatma, dostların sana düşman kesilir.
İnsan, düşmanını kendisi yaratır. Düşmanını yok etmek yine senin elindedir. Bil ki en iyi yol ALLAH’a sığınıp O’ndan yardım istemektir. “ALLAH’ım bana düşman olanlarla sonu iyi olacaksa dost et” diye dua etmek en iyi yoldur. İnsan düşmanıyla nasıl dost olur veya dostlarını nasıl kendine düşman eder, “Kelile ve Dimne”yi oku da öğren. Bit, pire gibi asalak haşere iflah olmaz, onları temizlik imha eder. ALLAH, elbette her yarattığının sebebini, neden ötürü yaratıldığını bize de bildirdi. Bit yüzünden, pek çok canlı ve zararlı mikroplardan arınmak için insanoğlu başta sabun olmak üzere nice temizlik maddeleri icat etmişlerdir.
Özetle, düşmanın ne kadar küçük olursa olsun, onun küçüğünü küçük görme büyür. İstersen ıslah et, dost ol ama ondan uzak durmaya gayret et. Hiçbir yerde onu çekiştirme veya fırsatı koru, yok et ancak ALLAH’ına sığınarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder