Her ne edersen et ama yeter ki yüce Rabbinden utan ve kork da
O’nun işine karışma. Yukardan beri yüce ALLAH’ın şu sözünü defalarca yazdık: “Biz
size bir şey yapmıyoruz, siz kendi kendinize yapıyorsunuz” ve de her istenen
veya istenmeyen şeyin oluşmasında bir “NEDEN” var dedik. Yüce ALLAH’ın şu “EsmÂ-İ Hüsnâ”sını iyice tetkik et, araştır,
her ismin neyi haber verdiğini öğren, kendisine sor, o öğretir, çünkü yukarıda demiştik, “ilim öğrenmek isteyeni
çevirme” (Duhâ suresinde) dedi, kendisi senin öğrenmek istediğini çevirir mi?
Etrafımıza bir bakalım, şu yaratık şeyler hep aynı mı? İnsanlar, hayvanlar,
bitkiler, şu kedi? Bir ayağı kırık sokakta, belki de aç. Oradan yüzün üstünde
insan geçiyor, acaba hangisi şu biçare kediyle ilgileniyor? Ama bir de şu evin
penceresinden dışarı bakan kediyi gör, kahvaltısı yaptırılmış, yüzü gözü yunmuş,
tüyleri taranmış. Şu beygire bir bak, kilolarca yüklü arabayı çekmek için nasıl
zorlanıyor, onu bu zora iten insan, ata sormuyor bile, bildiği tek şey elindeki
kamçıyı şak şak vurmak, zaten at arabayı kamçının korkusunda çekip götürüyor ya.
İnsan aç kalmamak için çalışıyor ya, yine şu yol kenarında açan papatya
herkesin ayağının altında, her an birisi onu ezecek gibi ama bir de şu cama
konan saksıdakine bak, suyu gübresi verilmiş. Arabanın atını söyledik de şu
kesme şekerle beslenen Arap atını unuttuk, şimdi aklımıza geldi. Her yeri
bıngıl bıngıl, seyisi, baytarı, üşümesin diye geceden giysisi, nalları, tımarı
en güzel gıdaları.
Elbette insan da yaratık, elbette onların da aralarında farklar
var. Hangisi diğerine tıpatıp benziyor? Benzemez, benzemiş olsa hayat bir anda
durur. Bu nedenleri iyice açmaya kalksak ne defter yeter, ne kalem. Şimdi
soruyorum; şu felç olmuş kişi için kim bilir ne yaptı ki ALLAH onu felç yaptı
diyorsun da, neden şu ayağı kırık kedi ya da her an ezilmekten korkan papatya
veya şu kaburgaları fırlamış kilolarca yükü zorla çekmeye çalışan üstelik kamçı
yiyen at için kim bilir ne yaptı da böyle etti ALLAH demiyorsun? İnsanı görüyor,
onun için söyleniyorsun? Ne oldu, neden sustun? Bilmediğin bir şey için ahkâm
kesme, Kur’an’ı oku da kâinatta olan şeylerin nedenlerini öğren. Bunun için “Esmâ-İ Hüsn” nedir önce onu öğren,
öyle doksan dokuz adet olan tespihle bu güzel isimleri çekmekle bir şey elde
edemezsin. Cevizi kır da içinden çıkanı ye, asıl ceviz o. “El Kadir”, o isimlerin tek biri, bunun
ne mânâ taşıdığını iyice bil, sonra ona buna kim bilir diyorsun. Yine o güzel
isimlerden “El Alim”, bilmediğini
öğretsin. Ağzından çıkan “kim bilir” sözü sana bu ismiyle cevap veriyor, ben
sana ne dedim, kendisine sor demedim mi? Sen farkında bile değilsin, senin
ağzından çıkana, “kim bilir” soruna O, “El
Alim” (ben bilirim) dedi, ama sen Esmâ-i Hüsnâ’yı ya hiç duymadın, ya
duydun, duyduğun yerde kaldı, ya da merak ettin, tespihle çektin ama içeriğine
girip bu güzelim isimlerin ne demek istediğini merak edip araştırmadın, bir
bilene sormadın. İşte o hasta, o felçli, o sakat
kişiler için söz ediyorsun, ben sana ucundan da olsa nedenlerden azıcık
açıklayayım. Yeni doğan bir bebek kör doğuyor, dünyada pek çok böyle. Hatta
kırk yaşına gelince sorarlar, anadan doğma mı, sonradan olma mı diye. Peki sor
bakalım, bu kim bilir ne yaptı da ALLAH böyle kör etti? Bu soruda mantık var mı,
bu bebek ana karnında henüz bir ceninken ne yaptı dersin? Bahçelerden erik mi
çaldı, yoksa şu meyhanede kafayı çekti de nara mı attı? Yoksa hangi yetimin
malını yedi, anasını mı dövdü, babasını mı sövdü, kime yalancı şahitliği etti,
yoksa, haşa, ALLAH yok mu dedi? Dedik ya, nedenleri saymaya imkân yok ki.
Her kulak bu sırrı ilahîye tahammül edemez. Her dişi morfinle
çekmezlerdi, eskiden berberler çekerdi, acı duysa da susardı ama öteki kişi
cıyak cıyak bağırırdı. Her can bir değil. Hazreti Ali’nin kardeşinin bayrağı
taşıyan kolunu bir vuruşta uçurdular ama o öteki eli ile koluna değil de bayrağa
sarıldı yere düşmesin diye. Şu örnek sözlerden bir şey anlayabiliyorsan dinle,
dinlemek farzdır. Yüce ALLAH Kur’an’ında “susun ve dinleyin, dinleyin ki
acınmışlardan olasınız” dedi.
Sen nasıl şu yatalak olanı görüyorsan, o penceredeki saksı
içinde suyu gübresi verilen çiçek de, o yolun kenarındaki her an ezilme
tehlikesi içinde yaşamaya çalışan papatyayı görüyor ve de yine o camdan aşağı
bakan hanımın beyaz, kahvaltısı yaptırılmış, adı Pamuk olan ve her eza ve
cefadan korunan kedisi de yol kenarında bir ayağı havadaki kediyi görüyor. Arabaya
koşulan beygir de kesme şekerle beslenen at tarafından görülüyor.
“Ben sizi bana tapınız diye yarattım. Beni tanıyın, ben sizin
yaratanınız ALLAH’ım, Rabbinizim ve sizi her an imtihana çekeceğim, haberiniz
olsun” demedim mi?
Dedin Rabbim, dedin, affet beni, unuttum aklımda iken yazayım,
ben niçin kedi, at, papatya bunları örnek aldım? Kur’an’da, “yerde gökte ne
varsa ALLAH’ı zikrederler, siz de ey inananlar, O’nu, O’nun güzel isimleriyle anınız”
der. Öyle olunca bunlar at, papatya, kedi elbette tüm yaratıklar, denizler,
balıklar, kurt, kuş ne varsa hep ALLAH’ı andıkları gibi, onlar da insanlara
hayatları boyunca bir şeyler söylemekte ama o kulak varsa zavallı insanda. Hani,
Kur’an’da bir ayet var, “Biz emaneti yerlere, göklere, denizlere verdik, kabul
etmediler ama zavallı insan kabul etti de hüsrana uğradı”.
Demek insan zavallı, elbette zavallı, zavallı olmamış olsa “kim
bilir şu ne yaptı da felç oldu” der mi? Niçin dedi cahil, “ikra” emrini okumadı veya bir bilene
sormadı. Canım, ALLAH gözükür mü deme, aç Kur’an’ı da gör veya camilere gir de
sor oradaki müezzine, şu ne yazıyor diye, ALLAH diyecek ve sen de göreceksin.
İşte, o ismi yazılı ulu Yaratan, “hem bana ibadet ediniz hem de yaratılmış ne
varsa ibretle tetkik edin, düşünün” dedi. Ve de her ne oluyorsa bir sebebe
mebni oluyor, düşün bul, benden yardım dile, acaba şu kişiye felç gelmişse o
bir suç mu işledi? Şimdi bu soruyu Kur’an’ın ışığında aydınlığa çıkaralım.
Görüyoruz ki Yaratan, kâinatta her oluşa bir sebep yaratmış
ancak kendisi de o sebeplerin arkasına gizlenmiş. Hayır işler işlenirse ille de
sonu iyi olur; kötü işler işlenirse ille de sonu fena olur. Ne var ki yüce Yaratan
bu sebeplerin her ikisinin de neler olduğunu ve sebeplerin ne getireceğini de
hiç saklamadan açıkça bildirmiş. Bu bilgileri özet olarak işte o güzel
isimlerinin içinde yazmış ve “Ey inananlar, siz de ALLAH’ı güzel isimleriyle
anınız” emrini vermiş. Ceza veririm, mükâfat veririm, affederim, korurum,
doyururum, yaratırım, öldürürüm, hasta sakat ederim, sağlık veririm, zengin
ederim, fakir ederim, hülasa, yaratılanlara ne gerekliyse her şeyin kendi
elinde olduğunu haber vermiş. Bu güzel isimlerini, değeri asla biçilemeyen
Esmâ-i Hüsnâ’da bildirmiş ve de her işi ve fena netice verecek sebepleri
yasalarla zapturapta almış, her kim bu yasalara uyarsa sevinir, uymazsa ağlar.
Şunu iyice bil ki her yatalak olan kişi ille de günahkâr
değildir, Yahya peygamberin başını kestiler, İbrahim peygamberi ateşe attılar,
Ayşe validemize çok çirkin iftiralar attılar, bunlar günah mı işlediler?
Elbette hayır, yüce ALLAH bunları diğer kişilere ders için feda etti, görün ki
her başına istenmeyen bir olay verilenler günahkâr değil, belki de ALLAH’ın en
çok sevdiği kullarıdırlar. Dışarıdan hüküm yürütmeyin, “Ya İlahî, beni de böyle
sakat edebilirdin, çok şükür sana ki ben sapasağlamım deyin de hemen sadaka
verin, bana böylece yakarın ki bu hareketiniz bana sizin bir çeşit ibadetinizdir”.
Senin yüce Kitabın Kur’an’da -ki bize hem soruları hem
cevapları ne güzel haber veriyor- en bariz söz olan “azabım ansızın gelir”,
işte şu üç kelimeye ah bir inanabilsek. Nefsimizden yakamızı kurtaramıyoruz, şu
giden ölüyü görüyor da kendimize ölümün gelmeyeceğini zannediyoruz, oysaki sen
bize Nûr suresinde, “zannetmeyin” dedin.
Söz uzadı, özetleyelim de bu konu burada bitsin.
1- Bu felçli kişi, Hz. İsa'nın dediği gibi, ders için, diğer
kişilere ibret olsun diye, sevilen bir kul olduğu hâlde böyle yatalak, kör,
topal oldu.
2- Yasak olan içki, kumar, sigara gibi şeyleri hem şu, hem bu
söylediği, hem hekim ikaz ettiği hâlde inadı yüzünden kulağını tıkadı. Elbette
yüce ALLAH, sen benim ikazımı dinlemezsen ben de seni cezalandırayım da uzun
zaman beni gözyaşlarınla an, affet Rabbim diye en az yedi yıl bu yatakta kal
der ve cezalandırır.
3- Bu suretle hem günahsız kişiyi yatırır hem günahlıyı ki,
imtihan bu, görenler şaşırsın da uluorta söz edip imtihanı kaybetsinler için.
Bu üç şık, aman bizi aldatıp ahkâma itmesin. Hani, haramiler
bir zenginle bir fakiri yakalamışlar, haramilerin başı emir verip “kesin şu
herifin başını” deyince o zavallı fakir, “aman ağam bende bir metelik yok, bu
kişi asıl zengin, yanlış iş etmeyin” demiş. Haramilerin başı, “ben biliyorum
para hanginizde, o senin kesildiğini görürse bizi hiç uğraştırmaz, paranın
yerini söyler ne çare ki yapılacak ilk şey” demiş. Böylece felçli sakat birini
görünce, kim bilir ne etti de ALLAH böyle etti demeyip hemen iki rekât namaz
kılıp, “Yarabbi sana hamdolsun ki beni böyle yapmamışsın, sana şükürler olsun,
ona zahmet verme, sen her şeye kadirsin” demeli ve sadaka vermeli ancak tıp
yasasına aykırı içki, kumar, sigarayı da hemen terk etmeli, tövbe etmeli çünkü
o gün o yatalağı sana ALLAH haber verdi veya gösterdi, sen de böyle olursun
dedi.
Bunu böyle bil, henüz yatacağın yatak yapılmadan yola gel. Şu
kötü alışkanlığını ALLAH’a sığın, terk et.
Çok dikkat edelim, ALLAH’ın hoşuna
gitmeyen hiçbir şeyi yapmayalım. En başta kibir, alay etme, kınama, kendinden
emin olma, israf, cimrilik, hiçbiri ALLAH’ın hoşuna gitmez. Ve de emirlere
uymayı, yasalara boyun eğmeyi emreder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder