1-
Ön Söz
2-
Giriş
3-
ALLAH’ı-Peygamberi-Evveliyatını-Yapılan iyiliği-Senden Fâtiha bekleyenleri-Ölüm
ve Kıyameti Unutma
4-
Vermeseydi İsteneni, Öğretmezdi İstemeyi
5-
Evveliyatını Unutma
6-
Yapılan İyiliği Unutma
7-
Senden Fâtiha Bekleyenleri Unutma
8-
Yaptığın İyiliği Unut
9-
Şükret, Kanaat ve Sabırla Yaşa
10-
Kanaat
11-
Sabır
12-
Lehte ve Aleyhte Bulunma
13-
Kimse ile Alay Etme, Şakalaşma
14-
Hiç Kimseyi Kınama
15-
Hiçbir Zaman Övünme-Yerinme
16-
Şunların Küçüğünü Küçümseme, Büyür: Hastalık-Borç-Yangın-Düşman
17-
Politika
18-
Din ve Mezhep
19-
Evlatlarına Beddua Etme
20-
Askerden Kaçma
21-
Davet Edildiğin Her İyi Yere İcabet Et
22-
Ne Müsrif, Ne Nekes Ol
23-
İlim İsteyeni Çevirme
24-
Trafik Yasasına Uy
25-
Elden Çıkmış Bir Şey İçin Ah Vah Etme
26-
Harama Hiç Yaklaşma
27-
Herkese Sırrını, Derdini Söyleme
28-
Herkese Yaranmaya Uğraşma
29-
Ödünç İsteyeni Çevirme, Varsa Ver
30-
Yalan-İftira, Sakın Ha!
31-
Atalet, Tembellik
32-
Felç-Sakat Olmuşlar İçin Kim Bilir Ne Etti ki ALLAH Böyle Yapmış Deme
33-
Kapına Geleni Hoş Tut, Horlama
34-
Hayatını Zamanla, Programla
35-
Hem Dünyanı, Hem Ahiretini Kazan
36-
İnsanı Yanıltan Şeylerden Kurtuluş İlmi
37-
Ölüm
38-
Kıyamet
39-
Son Söz
Muammer Güler'in "Nurdan Damlalar" yazıları, (Fikret Güler'in izniyle) düzenlenmiş ve blog'a aktarılmıştır.
31 Ağustos 2012 Cuma
ÖN SÖZ
Yüce ALLAH, dünyayı insanı için yarattı. “Hayır ve şer ALLAH’tandır”
sözü imanın şartları içerisindedir. Buna göre, insana faydası olan her şeyin
zararı da olduğunu, resulleri ile sözlü, Ezeli Kitabı (Kitab-ı Kadim) ile
yazılı olarak kullarına bildirdi.
Biz de Kur’an’ın ışığında görebildiklerimizi, fayda ve zararları, zararlardan korunulması hususunda bilebildiklerimizi azıcık da olsa yazdık.
Biz de Kur’an’ın ışığında görebildiklerimizi, fayda ve zararları, zararlardan korunulması hususunda bilebildiklerimizi azıcık da olsa yazdık.
GİRİŞ
Yüce Kur’an hemen hemen her suresinde
“Düşünce”yi emreder. Düşünelim hele, ama neyi ve niçin.
Hiç ama hiç şüphesiz ve ancak kendimiz için düşünelim.
Evvelemirde şu kâinatı inceleyelim; nedir bu âlem, bu gök, bu arz, renkler, tatlar, acılar, hastalıklar, hayvanlar, insanlar, bitkiler, madenler, doğa, deniz, bunlar nedir? Daha önce neredeydiler? Kendi kendilerine mi geldiler? Yoksa birileri mi getirdi? Böyleyse kendi kendilerine niye daha onlarca, yüzlerce, binlerce gelmedi? Örneğin güneş, ay veya şu ulu dağ, şu kişi? Birileri getirmişse o birileri neredeler, nereye gittiler? Bu olmuş şeyler ne zaman gelmişler ve ne zamana kadar var olacaklar? İşin hâli, yine yüce Kur’an’ın söylediği üzere, düşünce her şeyi apaçık ortaya döküyor. Akıl ve fikir bir araya gelince ortaya birilerini değil de birini çıkarıyor ve ona “yoktan var eden” demekten başka bir çıkar yol bulmaya imkân olmadığı apaçık görülüyor ve ilk iş İslâm yani teslim olmayı kabullenmekten başka çare ve çıkar yol yoktur deniliyor. Düşünceye devam edilince ilk akla gelen, “yoktan var eden”e bir isim konsa ona ancak ALLAH demek icap ediyor. Bu âlemler yokken hiç ama hiç kuşkusuz O vardı, zaten O’nun var olması bir zaruret, bir mecburiyetti, elzemdi, aksi hâlde hiçbir şey olmaz, olamazdı.
Yüce ALLAH gözüken ve gözükmeyen her ne varsa hepsine ayrı bir şekil, renk, tat, güç ve ömür vermiş. Havada uçanlar, karada yürüyenler, sularda yüzenler, güneş-ay-yıldızlar ve bilinmeyen sayısız şeyler üzerinde düşünülürse, zerre kadar, ne bir noksan ne bir fazlalık görmeye imkân yok. En kocaman, en ufacık canlılar için her bedene ait sayısız gıda ve içilecek şey, teneffüs için hava, ısınmak için ısı ve elzem olan her şeyi yetecek kadar ve de önceden halk etmiş, tıpkı hamile bir anne namzetinin doğurmadan önce bebeğine lazım olan şeyleri hazır ettiği gibi hazır etmiş. Ne var ki her canlının organlarına göre, örneğin sindirim sistemi apayrı; inek samanı, aslan çiğ eti yer, insan pişirerek yer; yarasa, bit, pire emerek velhasıl. Her yaratık kendine has gıdaya veya organına göre beslenmek ve soyunu idame ettirmek için üremeye mecbur edilmiş. Kimi doğurarak, kimi yumurtlayarak ve de yavrusunu dünyaya getirip yürüyüp gitmemiş, pek çokları yavrularını yaşama hazır etmek için çırpınmış, bu çırpınışın tek sebebi yavruya karşı aşırı sevgi ve merhamet. İşte bu iki sözcük -sevgi ve acıma- can gözü açık olan için ne bulunmaz ve paha biçilmez bir durum. Yüce ALLAH elbette yarattığı her şeyde bu duygunun içindedir. Acır ve sever ancak O’nun olabilirsen, tek kelime ile “RABBİM sensin” diyebilir ve O’nun emirlerine uyabilirsen.
Bizim anlatmak istediğimiz şey, bu âlemlerin yok iken var oluşu ve var eden ki “HÂLİK”, halk eden, bize kendisini bizim aramızdan çıkan insanlar aracılığı ile -ki onlara peygamber demiş- yazılı kitapları indirerek insanların yaşam süresince nasıl hareket edecekleri ve ölümleri hâlinde ne olacakları hakkında çok geniş ve herkesin anlayacağı kadar geniş bilgi vermiştir. Netice, elbette bir Yaratan var ve O, âlemleri yoktan var etmiştir. Nedenini de açıkça bildirmiş, “Bana ibadet etmeniz için yarattım” demiştir. İbadetin ne olduğunu da kitap ve peygamberleri aracılığı ile ve bütün teferruatı ile öğretmiştir. Ancak ceza ve mükâfatları da yapılan iyilik ve fenalığın büyüklüğüne göre adilane bir şekilde ayarlamıştır.
Zerreden küle kadar her şey için, yaratmış olduğu her maddi ve manevi şey, olay için “NEDEN”ler yaratmış, kendisi bu nedenlerin veya sebeplerin arkasına gizlenmiştir.
Şu hâle göre, insanın başına her ne gelirse ille de bir sebep yüzünden gelmektedir. İnsana yararlı ve zararlı her ne varsa insanın gözü o sebebe dayanır ve sebebi görür. Örneğin, tonlarca yükü havalara uçuran ve uçak denilen araç, kanatlarıyla uçurulur gibiyse de insan ancak bu kanatları görür de kanada hükmedeni göremez, çünkü o, kendini kanadın arkasına saklamıştır. Her ne yana bakılırsa bakılsın bir sebep vardır, su içmek için susamak bir sebeptir. “Sayısız nimetler yarattım” demesine karşın her nimetin ele geçmesi için de sayısız sebepler halk etmiştir.
Şu noktayı da düşünerek görmeye çalışalım ki insanı diğer yaratıkların üzerine hâkim kılmış, insanoğlu hayvan, bitki, dağ, taş, toprak, deniz, hava, gökyüzü ne varsa hepsine hükmediyor ve faydalanıyor. Tüm madenler, akaryakıt hep insanın emrine verilmiş ancak insana da, “sen kendini kendin idare ettiğini zannedip büyüklenme, seni de idare eden, yedip güdenler var” demiştir. Yine düşünürsek, insanı yedip güden güçler var mıdır? ALLAH’a inanmış insanların inanın vardır dediği ve insanın göremediği bu güçler, örneğin melekler, cinler ki bunlara gaip âleminin canlıları denmektedir. Onlar da tek ALLAH’ın emri altında, O’nun emirlerini hemen uygulamaktadırlar. Böylece bu âlemler devamlı olarak gece gündüz, yaz kış seyrini sürdürmektedir ve bütün canlılar yaşantılarının her sayfasında her an sebepler içerisindedirler. Bir sebep başka bir sebebi getirmektedir. Üç sebep var desek birincisi iyilik, rahatlık, hoşluk getirecek sebeplerdir ki bunların en güzeli Yaratanı ve O’nun yaratıp da bunları seviniz dediği sebeplerdir. Kitabında bunları apaçık beyan etmiştir ve saymakla bitmez ama birkaçını sayabiliriz.
Hiç ama hiç şüphesiz ve ancak kendimiz için düşünelim.
Evvelemirde şu kâinatı inceleyelim; nedir bu âlem, bu gök, bu arz, renkler, tatlar, acılar, hastalıklar, hayvanlar, insanlar, bitkiler, madenler, doğa, deniz, bunlar nedir? Daha önce neredeydiler? Kendi kendilerine mi geldiler? Yoksa birileri mi getirdi? Böyleyse kendi kendilerine niye daha onlarca, yüzlerce, binlerce gelmedi? Örneğin güneş, ay veya şu ulu dağ, şu kişi? Birileri getirmişse o birileri neredeler, nereye gittiler? Bu olmuş şeyler ne zaman gelmişler ve ne zamana kadar var olacaklar? İşin hâli, yine yüce Kur’an’ın söylediği üzere, düşünce her şeyi apaçık ortaya döküyor. Akıl ve fikir bir araya gelince ortaya birilerini değil de birini çıkarıyor ve ona “yoktan var eden” demekten başka bir çıkar yol bulmaya imkân olmadığı apaçık görülüyor ve ilk iş İslâm yani teslim olmayı kabullenmekten başka çare ve çıkar yol yoktur deniliyor. Düşünceye devam edilince ilk akla gelen, “yoktan var eden”e bir isim konsa ona ancak ALLAH demek icap ediyor. Bu âlemler yokken hiç ama hiç kuşkusuz O vardı, zaten O’nun var olması bir zaruret, bir mecburiyetti, elzemdi, aksi hâlde hiçbir şey olmaz, olamazdı.
Yüce ALLAH gözüken ve gözükmeyen her ne varsa hepsine ayrı bir şekil, renk, tat, güç ve ömür vermiş. Havada uçanlar, karada yürüyenler, sularda yüzenler, güneş-ay-yıldızlar ve bilinmeyen sayısız şeyler üzerinde düşünülürse, zerre kadar, ne bir noksan ne bir fazlalık görmeye imkân yok. En kocaman, en ufacık canlılar için her bedene ait sayısız gıda ve içilecek şey, teneffüs için hava, ısınmak için ısı ve elzem olan her şeyi yetecek kadar ve de önceden halk etmiş, tıpkı hamile bir anne namzetinin doğurmadan önce bebeğine lazım olan şeyleri hazır ettiği gibi hazır etmiş. Ne var ki her canlının organlarına göre, örneğin sindirim sistemi apayrı; inek samanı, aslan çiğ eti yer, insan pişirerek yer; yarasa, bit, pire emerek velhasıl. Her yaratık kendine has gıdaya veya organına göre beslenmek ve soyunu idame ettirmek için üremeye mecbur edilmiş. Kimi doğurarak, kimi yumurtlayarak ve de yavrusunu dünyaya getirip yürüyüp gitmemiş, pek çokları yavrularını yaşama hazır etmek için çırpınmış, bu çırpınışın tek sebebi yavruya karşı aşırı sevgi ve merhamet. İşte bu iki sözcük -sevgi ve acıma- can gözü açık olan için ne bulunmaz ve paha biçilmez bir durum. Yüce ALLAH elbette yarattığı her şeyde bu duygunun içindedir. Acır ve sever ancak O’nun olabilirsen, tek kelime ile “RABBİM sensin” diyebilir ve O’nun emirlerine uyabilirsen.
Bizim anlatmak istediğimiz şey, bu âlemlerin yok iken var oluşu ve var eden ki “HÂLİK”, halk eden, bize kendisini bizim aramızdan çıkan insanlar aracılığı ile -ki onlara peygamber demiş- yazılı kitapları indirerek insanların yaşam süresince nasıl hareket edecekleri ve ölümleri hâlinde ne olacakları hakkında çok geniş ve herkesin anlayacağı kadar geniş bilgi vermiştir. Netice, elbette bir Yaratan var ve O, âlemleri yoktan var etmiştir. Nedenini de açıkça bildirmiş, “Bana ibadet etmeniz için yarattım” demiştir. İbadetin ne olduğunu da kitap ve peygamberleri aracılığı ile ve bütün teferruatı ile öğretmiştir. Ancak ceza ve mükâfatları da yapılan iyilik ve fenalığın büyüklüğüne göre adilane bir şekilde ayarlamıştır.
Zerreden küle kadar her şey için, yaratmış olduğu her maddi ve manevi şey, olay için “NEDEN”ler yaratmış, kendisi bu nedenlerin veya sebeplerin arkasına gizlenmiştir.
Şu hâle göre, insanın başına her ne gelirse ille de bir sebep yüzünden gelmektedir. İnsana yararlı ve zararlı her ne varsa insanın gözü o sebebe dayanır ve sebebi görür. Örneğin, tonlarca yükü havalara uçuran ve uçak denilen araç, kanatlarıyla uçurulur gibiyse de insan ancak bu kanatları görür de kanada hükmedeni göremez, çünkü o, kendini kanadın arkasına saklamıştır. Her ne yana bakılırsa bakılsın bir sebep vardır, su içmek için susamak bir sebeptir. “Sayısız nimetler yarattım” demesine karşın her nimetin ele geçmesi için de sayısız sebepler halk etmiştir.
Şu noktayı da düşünerek görmeye çalışalım ki insanı diğer yaratıkların üzerine hâkim kılmış, insanoğlu hayvan, bitki, dağ, taş, toprak, deniz, hava, gökyüzü ne varsa hepsine hükmediyor ve faydalanıyor. Tüm madenler, akaryakıt hep insanın emrine verilmiş ancak insana da, “sen kendini kendin idare ettiğini zannedip büyüklenme, seni de idare eden, yedip güdenler var” demiştir. Yine düşünürsek, insanı yedip güden güçler var mıdır? ALLAH’a inanmış insanların inanın vardır dediği ve insanın göremediği bu güçler, örneğin melekler, cinler ki bunlara gaip âleminin canlıları denmektedir. Onlar da tek ALLAH’ın emri altında, O’nun emirlerini hemen uygulamaktadırlar. Böylece bu âlemler devamlı olarak gece gündüz, yaz kış seyrini sürdürmektedir ve bütün canlılar yaşantılarının her sayfasında her an sebepler içerisindedirler. Bir sebep başka bir sebebi getirmektedir. Üç sebep var desek birincisi iyilik, rahatlık, hoşluk getirecek sebeplerdir ki bunların en güzeli Yaratanı ve O’nun yaratıp da bunları seviniz dediği sebeplerdir. Kitabında bunları apaçık beyan etmiştir ve saymakla bitmez ama birkaçını sayabiliriz.
ALLAH’ı-Peygamberi-Evveliyatını-Yapılan iyiliği-Senden Fâtiha bekleyenleri-Ölüm ve Kıyameti UNUTMA
Mademki kendi kendine olmadın öyleyse seni hem de insan
olarak yaratanını unutamazsın. Eğer O’nu unutursan zannetme ki sen istediğin
gibi hür, şen şakrak, O’nun nimetleri içerisinde yaşayacaksın. Sakın ola ki
böyle bir hava ve hevese düşme. O yüce Yaratan seni terk ederse sen sana düşman
olan nefsinle kalakalırsın, işte o zaman hayatın zehir zemberek olur, en azından
sana verdiği iki göze görme derse o anda dünyan zindan kesilir.
Hele bir düşün görememek ne demek? Sen kendi kendini yaratmış olsaydın gözler O’nu dinlemez seni dinlerdi. Midene acıkma desen o seni asla dinlemez acıkır, kulağın sancısa ona da sözün geçmez, kulak sancır ve sana ızdırap verir, yaşadığına pişman olursun da ölmek istersin kalbine dur dersin ama kalp durmaz ki. Kalp sana hizmet eden diğer iç ve dış organların gibi ama seni dinlemezler, hep Yaratan’ı dinlerler, ALLAH’ı, evet, yalnız ve de yalnız ALLAH’ı.
Şunu da iyice bilip unutmamalı ki yüce ALLAH her neyi istiyorsa kullarından, hepsini Kur’an’ında yazmıştır ve de “ne isterseniz veririm” demiştir.
Hele bir düşün görememek ne demek? Sen kendi kendini yaratmış olsaydın gözler O’nu dinlemez seni dinlerdi. Midene acıkma desen o seni asla dinlemez acıkır, kulağın sancısa ona da sözün geçmez, kulak sancır ve sana ızdırap verir, yaşadığına pişman olursun da ölmek istersin kalbine dur dersin ama kalp durmaz ki. Kalp sana hizmet eden diğer iç ve dış organların gibi ama seni dinlemezler, hep Yaratan’ı dinlerler, ALLAH’ı, evet, yalnız ve de yalnız ALLAH’ı.
Şunu da iyice bilip unutmamalı ki yüce ALLAH her neyi istiyorsa kullarından, hepsini Kur’an’ında yazmıştır ve de “ne isterseniz veririm” demiştir.
VERMESEYDİ İSTENENİ, ÖĞRETMEZDİ İSTEMEYİ
Elbette öğretti ve her şeyi “Esmâ-i Hüsnâ” ile, güzel
isimleri ile öğretti. Örneğin, “EL CEBBÂR”. Sen ALLAH’ı unutursan O, bu ismini
sana niçin belletir. Sen beni unutursan, ben, seni, beni hatırlamaya, hem de
gözyaşlarını akıtarak, gâh feryat ederek, gâh sessiz sessiz, ALLAH’IM-RABBİM-MEVLÂ’M
demeye mecbur ederim. Cebrederim zira ben bir gün beni unutanlara karşı bu
ismimi önceden tanıtırım. Çünkü ben hiçbir kuluma önceden haber etmeden ceza verici
değilim. Çok, pek çok sabırlıyım ama her şeyin bir önü bir de sonu olduğu gibi “SABRIN”
da elbette bir haddi vardır, öyle olmamış olsaydı bu âlemlerin nizamı
bozulurdu. Her insan ve hayvan kendi kendine hür olsaydı en ufak karıncalar,
dünyada insan kalmaz, yer tüketirlerdi. Bitkiler de bir kumanda altında.
Örneğin, şu dere kenarına dikilen bir kavak fidanı büyür, uzar, kavak olur
ancak bir hadde kadar uzar. Hiç ona, dur yeter diyen biri olmazsa durur mu?
İnsan da, hayvan da böyle değil mi? Demek oluyor ki hiçbir zaman, hiçbir an
ALLAH’ı unutmamak icap eder. Mecbursun zaten sen O’nu unutsan bile O seni
unutur mu? Sen, O’nun mülkü içindesin. O’na saygı ve sevgiyle secde etmek
zorundasın. Kurtuluş, İslâm yani teslim olmaktadır. Ancak “ben sana teslimim”
demek kurtarmaz, nefsinle O’nun emirlerine uymak gerek. Şimdi düşünelim ALLAH
niçin “ben sizi bana ibadet edesiniz diye yarattım” diyor. Evvela ibadet nedir
onu bilelim. Kısaca şu: ALLAH’ın emirlerine eksiksiz ve seve seve uymaktır. Ne
var ki acaba bu ibadet emri yalnız insanlara mı? Kur’an’a bakınca yerde gökte
ne varsa ALLAH’a zikir eder. Demek ki bütün hayvanlar, bitkiler, melekler,
cinler, dağlar, taşlar, denizler, güneşler, aylar, yıldızlar hep ALLAH’ı
anarlar, ne derler, “ALLAHU EKBER” derler. Ancak her birinin ibadet şekilleri
de kendi yaratılış biçimlerine göre değişiktir. Bunu da yine Kur’an’dan
anlıyoruz. “Ya Muhammed, ağaçlar secde ederler sen onların bu hâllerini
gölgelerinden anlarsın”, demek ağacın gölgesi Hz. Peygamber’e bir şeyler
gösteriyor. Şimdi ibadete gelelim, nasıl edelim ki yüce Rabbimizin hoşuna
gidelim? Yalnız yüce Rabbimiz değil, insanlar arasında da sevilmenin tek yolu
nedir, onu öğrenelim. Şunu iyice bilelim ki ortada iki şey var; hoşa giden,
hoşa gitmeyen veya sevilen, sevilmeyen veya beğenilen, beğenilmeyen veya kâr
getiren, kâr getirmeyen. İlk önce hangisinden başlayalım? Bana kalırsa, huzur-u
İlahî’ye çıkmak için pisliklerden arınmak gerek. Nasıl ki abdestsiz namaza
durulmaz, durulmaz elbet, haydi dur da görelim, duramazsın. Önce temizlen sonra
gel. Bunun için ortada şu iki şeyin hangisine önce bakacağız? ALLAH’ın hoşuna
gidenlere mi yoksa O’nun hoşuna gitmeyenlere mi? Evvela O’nun hoşuna
gitmeyenlere, örneğin O’nun en çok kızdığı nedir? Elbette kendine eş olmaktır,
gurur, benlik, bencillik. Yüce Mevlâ bu istenmeyeni Lokman Hekim aracılığı ile
ne güzel anlatıyor. Lokman, oğluna, “oğlum yolda yürür iken başını göklere
uzatma, arş-ı âlâ’ya eremezsin, ayağını yerlere sert vurma, yeri delemezsin,
naralar atarak konuşma, bu konuşma ancak eşeklere yakışır” der. Bu sözlerin
özeti kibirdir ki ALLAH bu gibi büyüklenenleri sevmez, onun için bu hâli bilen
İslâm, ALLAH’ın karşısında rükû eder eğilir hatta bununla da yetinmeyip yerle
bir hâle gelir, yüzünü yerlere sürer, “SECDE” eder de, sensin sensin der ağlar
bile. Peki bunu anladık, ALLAH’ın sevmediği ilk şey kibir, bencillik, daha
neler var? Elbette daha pek çok şey var. Adam öldürmek, askerden kaçmak, sarhoş
olmak, kumar oynamak, yalan, iftira, tezvir, zan, sirkat, zina, kat kat faiz,
içi başka dışı başka olmak, yetim malı ve kul hakkı, cimrilik, müsriflik,
atalet, gıybet, hırs, başkalarının malında mülkünde, ırz ve namusunda gözü
olmak, büyü, fal, hatır kırmak, isteyene varsa yok demek, yaratılanı beğenmemek
ve daha pek çok şey var. ALLAH’ın sevmediği şeylerden uzak kalarak, kirlenmeden
ALLAH’ın huzuruna O’nun sevdiği şeyler için çıkmak “İBADET”tir.
Niçin önce O’nun sevmediği şeyleri öğreniyoruz? Örneğin, sen O’nun sevdiği şeylerin başında gelen şu “NAMAZ”ı ele al, bir milyon rekât namaz kıl ama şu yetimin de malını ye. Hele bir düşün, sen namazı yetim malı yemek için mi kılıyorsun yoksa yetimin malını yememek için mi namaz kılıyorsun! Düşün bir kere de cevap ver.
ALLAH, bizi niçin yarattı? “Bana ibadet edin” diye.
İki kişi evlenir, karı koca olur ama şu çiftler üç ay, şu çiftler üç yıl, beş yıl, on yıl, en nihayet bu beraberlik biter. Her gün kavga, her gün çıngar, dayak, yaralama, cinayet. Neden acaba? Kadın olsun, erkek olsun, yanlış yolun yolcuları olurlar da ondan. Her ikisi de karşısındakinin hoşuna giden şeyleri yapar, oysaki önce hoşa gidenleri değil de hoşa gitmeyenleri öğrenip onlardan uzak kalmalı. Örneğin kadın, kocasının hoşuna gitmeyen hiçbir şeyi yapmamaya gayret edip nefsini o yola itmeli. Erkek de aynı yolu tutup karısının hoşuna gitmeyeni yapmamalı. Geriye ne kalır? Her ikisi için hoşa giden, sevilen şeyler, sevgi kalır. ALLAH’ın hoşuna gitmeyen şey insanların da hoşuna gitmez. ALLAH ne buyuruyor:
“İllellezîne âmenû” (Bana inan ve benim yapma dediklerimi yapmazsan geriye ne kalır). “Ve amilu es sâlihâti” (Sulh, sükûn, güzel işler kalır).
Sen en önce nefsini terbiye et, ahlâkını yücelt, ALLAH’ın ahlâkı ile ahlâklan. Kur’an’ı yaşa, ALLAH’ın düşmanıyla düşman ol, onlardan uzak kal, sevme ALLAH’ın sevmediklerini de kurduğun yuvan yıkılmasın.
Konu uzadı, ALLAH’ı UNUTMA idi konu, onun için yüce Rab namazı günde hem de iki saat arayla istiyor. Neden? Kör olası nefsine yenik düşmeyesin için çünkü şeytan denilen o gövden, o nefsin var ya, ALLAH’la aran açılınca seni belâlara, felâketlere sürükler de ALLAH da her olmuşu ve olacağı bildiği için onu unutmayasın diye beş vakit emretmiş. Namaz kılmam diyen kişi, ALLAH’a karşı bilmem ne yapmış olur. Konuyu şöyle toparlayalım, diyelim ki başta ALLAH olmak üzere her istediğimiz kişilerle aramızın iyi olmasıyla onlardan gelecek iyi şeylere kavuşmak için ne yapacağız? Evvelemirde onların hoşuna giden şeylerin neler olduğunu değil de onların hoşuna gitmeyen şeyleri öğrenip o şeylerden uzak durmak yeterlidir.
Ben burada insanların neden hoşlanıp neden hoşlanmadıklarını yazmaya kalkarsam ömür yetmez ancak üç beş örnek vereyim. Evvela ALLAH’ın hoşlanmadığı şeyleri öğren de kendini ALLAH’a sevdir ki her istediğine seni eriştirsin. Kadınsan sakın kocanın yakınlarını eleştirme, kocaysan sakın kadının yakınlarını eleştirme.
Ey analar babalar, evladınıza önce ALLAH’ı öğretin ve de ALLAH’ın hoşuna gitmeyenleri iyice öğretin ama siz ne yapıyorsunuz, ona zorla yedi yaşına girdi diye namazı öğretip namaza zorluyorsunuz, o, öyle an geliyor ki namaz kılarken yelleniyor bile ve sizin korkunuzdan namaza devam ediyor. Siz beni dinleyin de ibadetlerin en güzelini, ALLAH’ın neleri sevmediğini öğretin, emi?
Ufak veya büyük bir çıkar uğruna bir kimsenin hoşlandığı şeyi yapacağın zaman hele bir düşün, o şey ALLAH’ın hoşuna gitmiyorsa öl ama yapma, bil ki ALLAH “AZİZ”dir yani hiçbir kimseye hiçbir zaman yenik düşmez, ille de yener. Canım, ne olacak deme, ekmeğini yediğin yerden izin almadan gitme bir yere, Yunus aleyhisselamı düşün, ALLAH’ın iznini almadan, sözümü dinlemiyorlar diye kızıp o nahiyeyi terk etti gitti ama kendini bir kayıkta, bir de balık karnında gördü.
Demek oluyor ki bağlı olduğun yerden izinsiz ayrılmak o yerin hoşuna gitmez. İzin dedik de aklıma geldi, bir yere, hatta camiye bile giderken “Rabbim iznin olursa” diye O’ndan izin iste. Gözüken şu ki her nerede kiminle olursak olalım, ilk iş o kişilerin hoşuna giden şeyleri değil de hoşuna gitmeyen şeyleri öğrenip ona göre hareket etmeye dikkat edelim.
Böylece ALLAH’la daima beraber oluruz ve ALLAH’ı hiç unutmamış oluruz. Zaten o yüce Mevlâ hep benimle, bana şahdamarımdan daha yakın, içimden geçenleri hep biliyor ve de “sizi içinizden geçenlerden hesaba çekeceğim” diyor, ödüm kopuyor içimden geçen O’nu üzecek diye, O da bunu bildiği için bana sevinç haberi verdi de ben de O’na şöyle hitap ediyorum:
RABBİM
Mutlu ediyor beni - Geçeni bilmen içimden
Düşünürüm hep seni - Düşüncem hep niçin sen
Canımın canısın sen - Çıkma bir an içimden
Düşüncem hep niçin sen - Sensiz Rabbim hiçim ben.
Demek ALLAH’ı, peygamberi unutma demişsem ALLAH için gerekeni yazdım, yazdım ama biter mi? Haşa, ALLAH biterse yazılar da biter.
Önü sonu olmayan biter mi hiç?
Peygambere gelince: O, bizlere yüce ALLAH’ı tanıttı ve de bizim için kendi canını hiçe sayıp, önünde arkasında nice insan kılığındaki şeytana uymuş canavarlarla az mı çarpıştı, bizden ne yarar elde edecekti ki böyle fedakârlıklara katlandı? Ey ALLAH’ın sevgili kulu ve resulü; ne büyük, ne alicenap bir insansın sen. Ne mutlu sana ümmet olan insanlara. Yüce ALLAH kendisi için “Beni unutmayın” dedi de ey yüce Peygamber, senin için de, seni unutmamamız için, “ALLAH ve Melekler, Nebi’ye her an selam ederler, ey inananlar, siz de ona selam gönderiniz” dedi.
Hem de biliyorsun, müşrikler sana, “Ya Muhammed, haydi ALLAH’ına söyle de bize gökten taş yağdırsın” demişlerdi de yüce Mevlâ’mız ne cevap verdi: “Ya Muhammed, sen onların arasında olduğun müddet onların başına taş yağmaz”. Bu ne demek? Biz ümmetin seni her gün yâd ederek anıyorsak sen aramızda yaşıyorsun. Sana her gün beş vakit Salatı Selam göndererek seni anıyoruz, böylece seni nasıl unuturuz ki?
Niçin önce O’nun sevmediği şeyleri öğreniyoruz? Örneğin, sen O’nun sevdiği şeylerin başında gelen şu “NAMAZ”ı ele al, bir milyon rekât namaz kıl ama şu yetimin de malını ye. Hele bir düşün, sen namazı yetim malı yemek için mi kılıyorsun yoksa yetimin malını yememek için mi namaz kılıyorsun! Düşün bir kere de cevap ver.
ALLAH, bizi niçin yarattı? “Bana ibadet edin” diye.
İki kişi evlenir, karı koca olur ama şu çiftler üç ay, şu çiftler üç yıl, beş yıl, on yıl, en nihayet bu beraberlik biter. Her gün kavga, her gün çıngar, dayak, yaralama, cinayet. Neden acaba? Kadın olsun, erkek olsun, yanlış yolun yolcuları olurlar da ondan. Her ikisi de karşısındakinin hoşuna giden şeyleri yapar, oysaki önce hoşa gidenleri değil de hoşa gitmeyenleri öğrenip onlardan uzak kalmalı. Örneğin kadın, kocasının hoşuna gitmeyen hiçbir şeyi yapmamaya gayret edip nefsini o yola itmeli. Erkek de aynı yolu tutup karısının hoşuna gitmeyeni yapmamalı. Geriye ne kalır? Her ikisi için hoşa giden, sevilen şeyler, sevgi kalır. ALLAH’ın hoşuna gitmeyen şey insanların da hoşuna gitmez. ALLAH ne buyuruyor:
“İllellezîne âmenû” (Bana inan ve benim yapma dediklerimi yapmazsan geriye ne kalır). “Ve amilu es sâlihâti” (Sulh, sükûn, güzel işler kalır).
Sen en önce nefsini terbiye et, ahlâkını yücelt, ALLAH’ın ahlâkı ile ahlâklan. Kur’an’ı yaşa, ALLAH’ın düşmanıyla düşman ol, onlardan uzak kal, sevme ALLAH’ın sevmediklerini de kurduğun yuvan yıkılmasın.
Konu uzadı, ALLAH’ı UNUTMA idi konu, onun için yüce Rab namazı günde hem de iki saat arayla istiyor. Neden? Kör olası nefsine yenik düşmeyesin için çünkü şeytan denilen o gövden, o nefsin var ya, ALLAH’la aran açılınca seni belâlara, felâketlere sürükler de ALLAH da her olmuşu ve olacağı bildiği için onu unutmayasın diye beş vakit emretmiş. Namaz kılmam diyen kişi, ALLAH’a karşı bilmem ne yapmış olur. Konuyu şöyle toparlayalım, diyelim ki başta ALLAH olmak üzere her istediğimiz kişilerle aramızın iyi olmasıyla onlardan gelecek iyi şeylere kavuşmak için ne yapacağız? Evvelemirde onların hoşuna giden şeylerin neler olduğunu değil de onların hoşuna gitmeyen şeyleri öğrenip o şeylerden uzak durmak yeterlidir.
Ben burada insanların neden hoşlanıp neden hoşlanmadıklarını yazmaya kalkarsam ömür yetmez ancak üç beş örnek vereyim. Evvela ALLAH’ın hoşlanmadığı şeyleri öğren de kendini ALLAH’a sevdir ki her istediğine seni eriştirsin. Kadınsan sakın kocanın yakınlarını eleştirme, kocaysan sakın kadının yakınlarını eleştirme.
Ey analar babalar, evladınıza önce ALLAH’ı öğretin ve de ALLAH’ın hoşuna gitmeyenleri iyice öğretin ama siz ne yapıyorsunuz, ona zorla yedi yaşına girdi diye namazı öğretip namaza zorluyorsunuz, o, öyle an geliyor ki namaz kılarken yelleniyor bile ve sizin korkunuzdan namaza devam ediyor. Siz beni dinleyin de ibadetlerin en güzelini, ALLAH’ın neleri sevmediğini öğretin, emi?
Ufak veya büyük bir çıkar uğruna bir kimsenin hoşlandığı şeyi yapacağın zaman hele bir düşün, o şey ALLAH’ın hoşuna gitmiyorsa öl ama yapma, bil ki ALLAH “AZİZ”dir yani hiçbir kimseye hiçbir zaman yenik düşmez, ille de yener. Canım, ne olacak deme, ekmeğini yediğin yerden izin almadan gitme bir yere, Yunus aleyhisselamı düşün, ALLAH’ın iznini almadan, sözümü dinlemiyorlar diye kızıp o nahiyeyi terk etti gitti ama kendini bir kayıkta, bir de balık karnında gördü.
Demek oluyor ki bağlı olduğun yerden izinsiz ayrılmak o yerin hoşuna gitmez. İzin dedik de aklıma geldi, bir yere, hatta camiye bile giderken “Rabbim iznin olursa” diye O’ndan izin iste. Gözüken şu ki her nerede kiminle olursak olalım, ilk iş o kişilerin hoşuna giden şeyleri değil de hoşuna gitmeyen şeyleri öğrenip ona göre hareket etmeye dikkat edelim.
Böylece ALLAH’la daima beraber oluruz ve ALLAH’ı hiç unutmamış oluruz. Zaten o yüce Mevlâ hep benimle, bana şahdamarımdan daha yakın, içimden geçenleri hep biliyor ve de “sizi içinizden geçenlerden hesaba çekeceğim” diyor, ödüm kopuyor içimden geçen O’nu üzecek diye, O da bunu bildiği için bana sevinç haberi verdi de ben de O’na şöyle hitap ediyorum:
RABBİM
Mutlu ediyor beni - Geçeni bilmen içimden
Düşünürüm hep seni - Düşüncem hep niçin sen
Canımın canısın sen - Çıkma bir an içimden
Düşüncem hep niçin sen - Sensiz Rabbim hiçim ben.
Demek ALLAH’ı, peygamberi unutma demişsem ALLAH için gerekeni yazdım, yazdım ama biter mi? Haşa, ALLAH biterse yazılar da biter.
Önü sonu olmayan biter mi hiç?
Peygambere gelince: O, bizlere yüce ALLAH’ı tanıttı ve de bizim için kendi canını hiçe sayıp, önünde arkasında nice insan kılığındaki şeytana uymuş canavarlarla az mı çarpıştı, bizden ne yarar elde edecekti ki böyle fedakârlıklara katlandı? Ey ALLAH’ın sevgili kulu ve resulü; ne büyük, ne alicenap bir insansın sen. Ne mutlu sana ümmet olan insanlara. Yüce ALLAH kendisi için “Beni unutmayın” dedi de ey yüce Peygamber, senin için de, seni unutmamamız için, “ALLAH ve Melekler, Nebi’ye her an selam ederler, ey inananlar, siz de ona selam gönderiniz” dedi.
Hem de biliyorsun, müşrikler sana, “Ya Muhammed, haydi ALLAH’ına söyle de bize gökten taş yağdırsın” demişlerdi de yüce Mevlâ’mız ne cevap verdi: “Ya Muhammed, sen onların arasında olduğun müddet onların başına taş yağmaz”. Bu ne demek? Biz ümmetin seni her gün yâd ederek anıyorsak sen aramızda yaşıyorsun. Sana her gün beş vakit Salatı Selam göndererek seni anıyoruz, böylece seni nasıl unuturuz ki?
EVVELİYATINI UNUTMA
İnsan annesinden doğduğu gibi kalmaz.
İnsan meşakkat içinde, meşakkate dayanıklı olarak yaratılmış olduğuna göre
başına neler neler gelmez ki; yokluklar, hastalık, sakatlık, savaşlar, arz ve
semavi afetler ve akla hayale gelmeyen, istenmeyen her çeşit belâ, felâket
gelir ve de gelecektir. Ne var ki insan nankördür, unutuverir. Hayır, hayır
unutma ve neydim, ne oldum, daha ne olacağım de. Başından gelip geçen her iyi
ve kötü olay seni oldurmak, sana huzurlu bir ahiret için derstir. Üşütmeden
dolayı hasta olmuş, iyileşmişsen, üşütmemek için daima gayret et. Unutma,
yokluk içinde uzun zaman zahmet çekmiş de yüce Rabbin lütfu ile varlığa,
bolluğa erişmişsen, aman çok dikkat et, bu varlık geldiği gibi gider de. İkinci
kez düşeceğin yokluk ilk yokluğa benzemez de, onu anlatmak pek güç, yaşayan
bilir. Ölümden beterdir, etrafında kimsecikler kalmaz. Hani, bir sokak köpeği
kış günü çok soğuklarda hep, ah bir yaz gelse kendime bir ev yaparım der durur,
o kış geceleri titrer üşürmüş ama vakta ki yaz gelip havalar ısınınca o kendi
kendine verdiği sözü, bir ev yaparım demesini unutmuş ama kış yine gelince
kafasını yerlere vurup gözyaşları dökmüş. Düş de gör, düşenin dostu olmaz,
düşenin dostu olmadığı gibi belki de bir zararı dokunabilir diye uzaktan
uzaktan geçerler, bunun için evveliyatımızda başımızdan gelip geçen her olayı
hiç hiç unutmamalıyız ki aynı çukura yine düşmeyelim. Evveliyatını unutanı
kibir ve bencillik hastalığı sarar, kendinin vaktiyle yapmış olduğu rezilliği
unutur da her önüne gelene şunun bunun kusur ve hatalarını gösterir, böylece
yüce Rabbin indinde günah üstüne günah işler. Oysaki evveliyatında isteyerek
veya istemeyerek başına gelip geçmiş olayları hiç unutmayıp, hep el âlemi
görmeyip kendini görmüş olsa yüce ALLAH’tan utanarak, ALLAH’a affedilmesi için
gözyaşı dökerek nedametini ikrar eder de böylece yüce ALLAH onun dualarına
elbette hayırlı yanıtlar verir. Özet olarak, insan, evveliyatını, kim olduğunu
unutmamalı, sonradan görme olmamaya çalışmalı.
YAPILAN İYİLİĞİ UNUTMA
Yapılan iyiliği unutana “NANKÖR” derler ki
nankörlük imanı alır götürür ve adı dillere destan olan, daha dünyada iken
kendisine ve eşine cehennemlik haberi verilen EBU LEHEB gibi olur. O nankör,
yüce Peygamberin iki kızıyla oğullarını evlendirmişti. Kimin dünürüydü o
nankör? Ümmü Gülsüm ve Rukiye’yi boşattı da böylece yüce Peygambere hakaret
ederek Nankörlük adını aldı. Yüce Kitap’ta “Anne ve babanız yanınızda
ihtiyarladığında onlara ‘öf’ bile demeyiniz” emri ilahîye karşı gelen sayısız
nankör evlat her an önümüzde, ne büyük bir elem bu. Şu noktayı hiç unutmamalı;
bir evli eşin yani erkeğin kendi annesi ne ise, eşi kadının annesi de, her ne
kadar kayınvalidesi ise de, aynı kendi öz annesi kadar bir annedir. Kadının
kayınvalidesi de, aynı kendi öz annesi kadar bir annedir ve her ikisinin
babaları da kendi babaları gibidir. Böyle olmalıdır. Bu ALLAH’ın emri, ne çare
ki kullar tarafından ka’le alınmayıp “öf” demek bir yana, darülacezelere atılıp
evlat, torun hasretiyle yok olup gidiyorlar. Annenin veya kayınvalidenin,
babanın veya kayınbabanın yaşlanıp evlatlarının yanında kalmaları şöyle dursun
bir an önce evden atılmaları ne yürekler acısı. Bu yola başvuranlar ALLAH’ın
hiç hoşuna gider mi? ALLAH böyle yapanlardan er geç hem de bu dünyada
intikamını alır. Çocukları sakat doğar, kendileri yaşlanınca evlatlarından çok
beter eza ve cefalar görürler, değil anne baba, kayınvalide, kayınpeder, uzak
yakın tüm akraba için yüce ALLAH seviniz, sevişiniz, sayınız, sayılınız
emirleriyle uyarıyor.
Annesini, babasını unutan insan, yapılan iyiliği unutan insandır. Hele bir düşün, annen sen bu hâle gelene kadar neler, ne zahmetler çekti, baban da öyle.
İnsan en büyük iyiliği önce yüce ALLAH’tan görmüş ki dünyaya “İNSAN” olarak gelmiştir. Aksi hâlde başı ezilecek bir yılan, zalim birinin eşeği olarak da yaratılabilirdi. Mevlâ’mızın böyle yapmaya elbette kudreti var ama nankör insan, ALLAH’ın bu güzel iyiliğine şükredeceği yerde bir de O’nu hiç anmaz. İnsanı dünyaya getirenler, öğretmen, usta, patron, bunlar da hep iyilik eden kişilerdir. Bu kimseleri de hiç unutma, bunlardan biri terki dünya ederse sen onu yine bir “FÂTİHA” ile an, geride kalanlarına elinden geldikçe yardımcı ol, onlardan ALLAH’ın istediği “Teşekkür” veya “ALLAH RAZI olsun” sözlerini işit. Böylece ustanın, geride kalan kimsenin bu sözü yüzünden cennete giriverirsin, ya ne zannedersin, insan ömür boyu daha nicelerden iyilik görür. “Bir kelime öğretenin kölesi olurum” demişler. Her an düşün, ben kimlerden iyilik gördüm acaba?
İyilik gördüğün kim olursa olsun onu unutma. Yüce Mevlâ der ki; “Size hayvanlar yarattık, etini yiyin, sütünü için, yününden giyinin, yatak yorgan yapın, yükünüzü taşıyın, binin ve de hayvanların hâl ve hareketlerinden hisse kapın”.
Yapılan iyiliği hiç unutma, unutup nankör kisvesine girme, kıyamet günü “NANKÖR” olarak kıyam edersin.
Herkes senden kaçar, tıpkı şeytandan kaçarcasına. Düşün, henüz bu can tenindeyken iyiliğini gördüklerini hatırla, aradan zaman geçmiş olsa bile onları bul, özürler dile, ufak tefek armağanlarla onları hoşnut et. Şunu iyice bil ki sen aslında onları hoşnut etmiyor, yüce Rabbini hoşnut ediyorsun. ALLAH’ı hoşnut ettiğinde içinde bir sevinç, hafiflik hissedersin. İşte o zaman, “Rabbim, sana şükürler olsun ki beni patronuma getirdin de onu memnun ettim, sen de benden memnun ol yarabbi” diye dua et, yapılan iyiliği unutma ki ALLAH da seni hiç unutmasın. ALLAH’ın sevilen kulları arasına giren kişinin hayır duaları kabul olur. Bu tip kullar her an aramızdadır. Can gözün açıksa görür, onları saygı ve sevgiyle karşılarsan dualarını alırsın ki bu dualar çevrilmez ama nankörün duası kabul edilmez, sakın ola ki inanma.
Annesini, babasını unutan insan, yapılan iyiliği unutan insandır. Hele bir düşün, annen sen bu hâle gelene kadar neler, ne zahmetler çekti, baban da öyle.
İnsan en büyük iyiliği önce yüce ALLAH’tan görmüş ki dünyaya “İNSAN” olarak gelmiştir. Aksi hâlde başı ezilecek bir yılan, zalim birinin eşeği olarak da yaratılabilirdi. Mevlâ’mızın böyle yapmaya elbette kudreti var ama nankör insan, ALLAH’ın bu güzel iyiliğine şükredeceği yerde bir de O’nu hiç anmaz. İnsanı dünyaya getirenler, öğretmen, usta, patron, bunlar da hep iyilik eden kişilerdir. Bu kimseleri de hiç unutma, bunlardan biri terki dünya ederse sen onu yine bir “FÂTİHA” ile an, geride kalanlarına elinden geldikçe yardımcı ol, onlardan ALLAH’ın istediği “Teşekkür” veya “ALLAH RAZI olsun” sözlerini işit. Böylece ustanın, geride kalan kimsenin bu sözü yüzünden cennete giriverirsin, ya ne zannedersin, insan ömür boyu daha nicelerden iyilik görür. “Bir kelime öğretenin kölesi olurum” demişler. Her an düşün, ben kimlerden iyilik gördüm acaba?
İyilik gördüğün kim olursa olsun onu unutma. Yüce Mevlâ der ki; “Size hayvanlar yarattık, etini yiyin, sütünü için, yününden giyinin, yatak yorgan yapın, yükünüzü taşıyın, binin ve de hayvanların hâl ve hareketlerinden hisse kapın”.
Yapılan iyiliği hiç unutma, unutup nankör kisvesine girme, kıyamet günü “NANKÖR” olarak kıyam edersin.
Herkes senden kaçar, tıpkı şeytandan kaçarcasına. Düşün, henüz bu can tenindeyken iyiliğini gördüklerini hatırla, aradan zaman geçmiş olsa bile onları bul, özürler dile, ufak tefek armağanlarla onları hoşnut et. Şunu iyice bil ki sen aslında onları hoşnut etmiyor, yüce Rabbini hoşnut ediyorsun. ALLAH’ı hoşnut ettiğinde içinde bir sevinç, hafiflik hissedersin. İşte o zaman, “Rabbim, sana şükürler olsun ki beni patronuma getirdin de onu memnun ettim, sen de benden memnun ol yarabbi” diye dua et, yapılan iyiliği unutma ki ALLAH da seni hiç unutmasın. ALLAH’ın sevilen kulları arasına giren kişinin hayır duaları kabul olur. Bu tip kullar her an aramızdadır. Can gözün açıksa görür, onları saygı ve sevgiyle karşılarsan dualarını alırsın ki bu dualar çevrilmez ama nankörün duası kabul edilmez, sakın ola ki inanma.
SENDEN FÂTİHA BEKLEYENLERİ UNUTMA
Sen onları ölüp gitmiş zannına kapılıp inkârcı olma, çünkü
onların canları yüce Yaratıcı’nın yanındadır. Hiç dikkat ettin mi, mezar
taşlarında hep “FÂTİHA” yazıyor, nedir bu Fâtiha, düşündün mü? O güzelim sure
hiç ölmüş gitmiş diye düşündüğün ruhunu şad etmemiş olsa mezar taşına yazılır
mıydı, herkes akılsız da sen mi akıllısın? Kur’an’ın Ahzâb suresine bir bak,
Ayet 56 der ki: “ALLAH ve Melekler, Peygambere selam ederler. Ey inananlar,
sizler de ona Salatü Selam gönderin”. Peygamber hayatta değil ama ona edilen
dua ona erişmemiş olsa yüce ALLAH böyle söyler mi? İşte, senin de şu kabirde
yatan veya senden uzak illerde yatan anan, baban ve yakınların için edeceğin
dua, hiç değilse bir Fâtiha, elbette onların ruhlarını şad eder. Bu bir yana,
ALLAH’ın emrini de inanarak yapıyorsun ve hem de senden öncekileri unutmuyorsun.
Böylece onların yaşamlarındaki iyi şeyleri sen de yaşıyorsun, kötü hâllerini
yaşamıyorsun. Sen onları unutursan seni de unuturlar, böylece bil. Şunu hiç
unutma ki unutulmak pek acıdır. Tarihini unutanlar zeval içindedirler,
geçmişten ders almayan kişinin geleceğinde ayağı sürçer.
YAPTIĞIN İYİLİĞİ UNUT
İnsanların
çoğunlukla hoşuna gitmeyen şeylerden biri de yapılan iyiliğin başa kakılmasıdır
ki bu hâl yüce Mevlâ’nın da hoşuna gitmez, hele hele bu iyiliği ona buna
yaymak, söylemek, iyiliğin yapıldığı kimseyi pek fena yaralar. Bu konuda
evvelemirde ana ve babalar çok dikkatli olmalıdır. Evlatlarına verilen süt ve
yiyecekler, giyecekler için hiç konuşmasınlar, ALLAH hoşlanmaz. Hem de evlat en
nihayet isyan eder, vermeseydiniz der. Böyle bir söz anne ve babayı üzer ancak
yüce ALLAH adil olduğu için hoş görebilir. Seni okuttum, eline ekmek verdim, ev
bark sahibi yaptım gibi sözler çirkin ve yakışıksızdır. Evlatlar için,
“ALLAH’ım evlatlarımıza izan ve iyi görüşler ver, onları sana muti et” diye dua
etmek en iyi yoldur. ALLAH’a bağlı olan evlat elbette ana ve babaya da bağlı
olur.
Nerede ne zaman hayırlı bir iş yapılırsa şeytan bu hayırlı işi yok etmek için elinden gelen her sebebe başvurur. İyilik ettiğin kişiyi senin üzerine kışkırtır ve seni üzücü hareketlerde, sözlerde bulundurur, sen de yaptığın iyiliği onun başına kakarsan elde ettiğin o iyiliğin sevabını yitirirsin. En iyisi, her kime ne iyilik etmişsen o iyiliği ancak ALLAH rızası için yap ve unut, eğer ona yapacağın iyiliğin karşılığında ondan bir yarar umut ederek iyilik edersen bu düşüncen ALLAH’ın hoşuna gitmez ve o kişiden yarar umarken zarar doğar. Ümit, yalnız ALLAH’tan beklenendir. Yukarıda yazdığımız nedir? ALLAH’ın hoşuna gitmeyecek hiçbir iş ve hareketi yapmayalım, “seni yıllarca doyurdum, gözüne dizine dursun” deme, bil ki seni de, onu da ancak O doyurur, doyuran ALLAH’tır. “Ona ben baktım, onu ben giydirdim, onu ben okuttum, ona bu işi ben öğrettim” gibi sözlerle imanını zedeleme. “BEN” sözcüğü ALLAH indinde pek makbul değildir. Sen ancak ALLAH’ın seçtiği bir aracısın. İşin asıl sahibi tek ALLAH’tır. Özet olarak, yapmış olduğun bir hayırlı işi ve iyiliği sakın başa kakma, unut, hiç hatırlama ki o iyilik Levh-i Mahfûz’a yazılsın, zaten elindeki “AMEL” defterine de yazılır. Unut yaptıklarını, ALLAH bilir, merak etme, yap iyiliği at denize, balık bilmezse Halik bilir.
Nerede ne zaman hayırlı bir iş yapılırsa şeytan bu hayırlı işi yok etmek için elinden gelen her sebebe başvurur. İyilik ettiğin kişiyi senin üzerine kışkırtır ve seni üzücü hareketlerde, sözlerde bulundurur, sen de yaptığın iyiliği onun başına kakarsan elde ettiğin o iyiliğin sevabını yitirirsin. En iyisi, her kime ne iyilik etmişsen o iyiliği ancak ALLAH rızası için yap ve unut, eğer ona yapacağın iyiliğin karşılığında ondan bir yarar umut ederek iyilik edersen bu düşüncen ALLAH’ın hoşuna gitmez ve o kişiden yarar umarken zarar doğar. Ümit, yalnız ALLAH’tan beklenendir. Yukarıda yazdığımız nedir? ALLAH’ın hoşuna gitmeyecek hiçbir iş ve hareketi yapmayalım, “seni yıllarca doyurdum, gözüne dizine dursun” deme, bil ki seni de, onu da ancak O doyurur, doyuran ALLAH’tır. “Ona ben baktım, onu ben giydirdim, onu ben okuttum, ona bu işi ben öğrettim” gibi sözlerle imanını zedeleme. “BEN” sözcüğü ALLAH indinde pek makbul değildir. Sen ancak ALLAH’ın seçtiği bir aracısın. İşin asıl sahibi tek ALLAH’tır. Özet olarak, yapmış olduğun bir hayırlı işi ve iyiliği sakın başa kakma, unut, hiç hatırlama ki o iyilik Levh-i Mahfûz’a yazılsın, zaten elindeki “AMEL” defterine de yazılır. Unut yaptıklarını, ALLAH bilir, merak etme, yap iyiliği at denize, balık bilmezse Halik bilir.
ŞÜKRET, KANAAT VE SABIRLA YAŞA
Yüce ALLAH’a götüreceğimiz şey, aldığımız
“TEŞEKKÜR”lerdir. Nasıl ki birinden bir teşekkür alınca seviniyoruz,
hoşlanıyoruz veya herif bir teşekkür bile etmedi diye sızlanıyoruz, demek ki
bize teşekkür niçin ediliyor, maddi ve manevi yapılan hoş, hoşa giden şeyler
için. Hele bir düşünelim, evvela bizi insan olarak yoktan var eden ve bize
dünyayı ve de dünya nimetlerini sayısız veren yüce Mevlâ bizden ne istiyor? Ne
buyurdu? “Ben sizi, beni tanımanız ve bana ibadet etmeniz için yarattım” demedi
mi? O hâlde, Kur’an’da “hiç mi şükretmezsiniz?” dediğine göre, yüce Rabbimize
hiç durmadan hatta her nefes alıp verdiğimizde bile, “Ya İlahî, sana çok şükür”
desek bile O’nun bize verdiklerinin karşılığını ödemek olanaksızdır. Ne var ki
bir kez bile “çok şükür” demek, sen varsın, sen ALLAH’sın demenin ta
kendisidir. Ben münkir değilim demektir, beni niçin yarattığını biliyorum
demektir. Yüce ALLAH, “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” dedi. Elbette ALLAH
hiçbir şeyi karşılıksız koymaz, her adımda şükür bizi her felâketten korur.
“Şükür sana” demekle yüce Rabbin, “Ben yanındayım, korkma” der. Hele bir düşün,
bir kimse her zaman ALLAH ile birlikte olursa kim o kimseye en ufak bir zarar
verebilir ki? Şükür etmenin getireceği nimetleri yazmaya kalksam ömrüm yetmez.
Kısacası, yaşadığın müddetçe bu fani dünyada ALLAH’a verilecek tek şey şükürdür.
Unutma ki bu sözcük, cennet-i alâ’da da geçerli olacak, ebedi hayatta dahi tüm
cennettekiler, peygamberler, melekler ve insanlar daima, “Rabbimiz, sana çok
şükürler” diyecekler. Ne büyük bir kaynak şu şükür sözcüğü, öyleyse şükrederek
yaşa, yaşa ki aldığın ilaç sana şifa getirsin.
KANAAT
Hele bir kanaatin ne olduğunu bil de gör.
Kanaatin faydalarının en başında şu gelir: Hastalık, rezalet, nedamet,
yalnızlık ve benzeri felâketlerden ve belâlardan insanı her gün, her sahada çok
uzaklarda tutan tek kurtarıcı kanaattir. Yüce ALLAH, “Biz kime ne vereceğimizi,
ne kadar vereceğimizi bilir ve de kimilerine de sayısız veririz” buyurdu. İnsan
olsun, hayvan olsun tüm yaratılanların muhtaç olduğu her şeyi ama her şeyi
ancak ulu Tanrı verir. Ama gel gör ki şeytana kul olmuş kimse, ALLAH’ın
verdiğine razı olmaz da, şeytanın yaptığı gibi, “Beni ateşten, Adem’i çamurdan
yarattın, ben ona secde etmem” misali, “Bana verdiğin pek az, ben daha
çoklarına layığım” derse, elbette Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
olur.
“Azıcık aşım, kaygısız başım” sözü neler neler haber veriyor, olacakları bildiriyor ve de “Eğer hepinize çok çok verseydim, AZARDINIZ” da diyor. Kanaate razı olmayana ALLAH çok çok verir de azdırırsa, azan kudurmuş köpeğe benzer, acınmaz, vururlar, yok ederler, yakarlar bile.
Kur’an’ı iyice oku da, “istersek sizi yok eder, yerinize yenileri getiririz” emrini dinle.
Yüce ALLAH ne vermişse şükret, razı ol. Bu sözlerin iç yüzü, bir kul verilene razı olmazsa, başkalarının malında, namusunda, canında gözü olur ki buna Kur’an’da “Hasidin iza hased” denmiştir ki hasetçilerin haset ettikleri zamanda ALLAH’a sığınanın hiçbir şeyine halel gelmediği gibi, haset eden de elbette cezasız kalmaz. Bomba elinde patlar. Ne var ki haksızlığa uğradığı zaman elbette adalet yoluyla hakkını arayacak ve ALLAH’tan yardım isteyecek. Demek ki kanaat edecek, ALLAH’ın verdiğine bol bol şükredip razı olacaksın.
“Azıcık aşım, kaygısız başım” sözü neler neler haber veriyor, olacakları bildiriyor ve de “Eğer hepinize çok çok verseydim, AZARDINIZ” da diyor. Kanaate razı olmayana ALLAH çok çok verir de azdırırsa, azan kudurmuş köpeğe benzer, acınmaz, vururlar, yok ederler, yakarlar bile.
Kur’an’ı iyice oku da, “istersek sizi yok eder, yerinize yenileri getiririz” emrini dinle.
Yüce ALLAH ne vermişse şükret, razı ol. Bu sözlerin iç yüzü, bir kul verilene razı olmazsa, başkalarının malında, namusunda, canında gözü olur ki buna Kur’an’da “Hasidin iza hased” denmiştir ki hasetçilerin haset ettikleri zamanda ALLAH’a sığınanın hiçbir şeyine halel gelmediği gibi, haset eden de elbette cezasız kalmaz. Bomba elinde patlar. Ne var ki haksızlığa uğradığı zaman elbette adalet yoluyla hakkını arayacak ve ALLAH’tan yardım isteyecek. Demek ki kanaat edecek, ALLAH’ın verdiğine bol bol şükredip razı olacaksın.
SABIR
Bu sabır var ya, yüce ALLAH’ın güzel
isimlerinden birisidir ki ne hoş, ne güzel bir sözcüktür. İnsanı her an
bekleyen facia ve belâlardan ne güzel korur. Onun ne topu, ne tüfeği ne kaması
vardır, onun yalnız ve yalnız yüce ALLAH’ı, Mevlâ’sı vardır ki Aziz olan o ulu
Tanrı’nın himayesine girmiş. Bütün cihan âlem bir araya gelse bu “SABIR”
kalesini delemez, delmeyi geç, zaferden zafere, huzurdan huzura koşar gider
adeta. Dahası da var, dünyasını kazandığı gibi cennetini kazanır. Boşuna
dememişler, ALLAH sabırlılarla beraberdir. “HAC” faraziyesinin asıl gayesi de
zaten budur. “SABIR”lı olmayı öğrenmektir. “SABIR”, ibadetlerin iyileri
arasındadır. ALLAH sabrın koruyucusu, müdafiidir. Her kim ki sana sabrı tavsiye
ediyorsa o en yakın, en iyi, en yüce dosttur. Ona sımsıkı sarıl. Yüce ALLAH,
şeytana “HANNAS” dedi, kendi kullarına cesaret verip saldırtır, adam tetiği
çekip bir canı uzattığı anda şeytan oradan uzaklara kaçar, tetiğe dokunmak
hayatına mâl oldu gitti. Ölen kurtuldu, belki de şehit oldu ama sen “KATİL”,
yıllarca zindanlarda her gece o kötü ânı yaşayacaksın, üstelik kıyamet günü ne
cevap vereceksin? Şeytana uydum desen geçer mi? Yüce Mevlâ, Yâsîn suresinde,
“Ben size şeytana uymayın demedim mi?” der, ayeti okumadın veya dinlemedin mi?
Her şeyde sabırlı ol, yalnız iyilik etmekte, zekât, fitre vermekte acele et.
Sabırsızlık, hem para hem de bedenen çekilen zahmetle elde edilen hacılığı alır götürür. Katil olanın yeri cennet değil, cehennemdir. “Hacı”dır diye cennete giremezsin, aman sabırlı ol, her an kendi kendine talim et. Şimdi şuradan biri gelir bana çatarsa, “sabredeceğim, sabredeceğim, ben ona uymayacağım. ALLAH’ım her an senden sabırlı olmama yardımını diliyorum. Sen her iyi isteğe cevap verirsin, beni bir an dahi terk etme Rabbim” de.
Sabırsızlık, hem para hem de bedenen çekilen zahmetle elde edilen hacılığı alır götürür. Katil olanın yeri cennet değil, cehennemdir. “Hacı”dır diye cennete giremezsin, aman sabırlı ol, her an kendi kendine talim et. Şimdi şuradan biri gelir bana çatarsa, “sabredeceğim, sabredeceğim, ben ona uymayacağım. ALLAH’ım her an senden sabırlı olmama yardımını diliyorum. Sen her iyi isteğe cevap verirsin, beni bir an dahi terk etme Rabbim” de.
LEHTE VE ALEYHTE BULUNMA
Yanında hazır bulunmayan kimsenin ne
iyiliğinde ne de kötülüğünde konuşma. Birisi sana senin iyi tanıdığın birini
kötülerse o kişiyi müdafaaya kalkma. Sen o kişiyi korudukça o kötüleyen daha
ileri gidecek ve iftiralara varan sözler edecektir. Sus, sus ki onun cüretini
artırırsın. Sakın ola ki hakkında konuşulana gidip “falanca senin için böyle
konuştu” deme, bu ALLAH’ın hiç hoşuna gitmez. Sonra o ikisi iyi olur, sen kötü
olursun, dostun düşmanıyla birleşiverir. Her ikisinin de zararı sana bulaşır.
Kimden ne duyarsan sende kalsın. Birini methedecek olsan sana fayda getirmez,
belki de zarar getirir, o kişi orada yoksa tezvirciler birin üstüne bin koyup
götürürler. Ateşi körüklerler, bunlara yüce Mevlâ “Münafıklar” demiş ve de “Ya
peygamber, münafıkların mezarından bile geçme” buyurmuştur. Ne söyleyeceksen
kendisine, yüzüne karşı söyle, aracı kullanma, nifak doğar, yanlış anlaşılır
sözler.
Her felâket ve belânın başı gıybettir. Gidip herkesin yüzüne, “sen böyle söylemişsin” denmez. Dedikodu azar, netice kanla biter. Duymuşsan sus, sabret, senin aleyhinde konuşanla önceleri ufak tefek bahanelerle dost ol sonra yavaş yavaş uzaklaş ve de sakın onun aleyhinde hiç kimseye bir şey deme. Önü pek tatlı ve fakat sonu hüsran olan şeylerden biri gıybettir. Hiç unutma, sus ve de iştirak etme, hemen oradan uzaklaş, duymamış ol. Bırak, kulağınla duyduğunu, gözünle de gördüğünü görmemiş ol ancak Adalet dairesinde şahitliği tam yap, ne bilirsen onu söyle, ilave etme, saklama da. Evladın da olsa ALLAH’tan kork, her şeyi olduğu gibi anlat.
Aracılar, laf taşıyanlar yüzünden nice evler nice ocaklar sönmüş, viran olmuştur, nice masum canlara kıyılmıştır. Çalıştığın yerlerde amirlerinin ne lehinde ne aleyhinde bulunma. Her iki bulunuşun sana ille de zarar getirir. Ticaret işinde de etrafındaki komşu tacirler ve esnaf için hiç konuşma, beş kuruş ucuz alırım zannıyla senin komşun için ettiğin bir söze bin söz katar götürürler.
Üç padişah bir araya gelmiş, birisi demiş ki, “Her birimiz bir söz diyelim de bu söz dünya durdukça dursun”. Birincisi, “Söylemediğim bir söz yüzünden hiç pişman olmadım”.
İkincisi, “Söz lehte ise bana fayda getirmedi, aleyhte ise çok zararlar getirdi”.
Üçüncüsü, “Söz ağzımda durdukça ben o söze hâkimim ama söz ağzımdan çıkmışsa ben o söze esir olurum”. Kurşun namluyu terk ederse geri gelmez. Boşboğazı cehenneme atmışlar, “odun yaş” diye bağırmış. İnsan vakur olmalı, faydasız sözlerle kulağını doldurmamalı, dedikodu boş ve abestir, uzak dur.
Her felâket ve belânın başı gıybettir. Gidip herkesin yüzüne, “sen böyle söylemişsin” denmez. Dedikodu azar, netice kanla biter. Duymuşsan sus, sabret, senin aleyhinde konuşanla önceleri ufak tefek bahanelerle dost ol sonra yavaş yavaş uzaklaş ve de sakın onun aleyhinde hiç kimseye bir şey deme. Önü pek tatlı ve fakat sonu hüsran olan şeylerden biri gıybettir. Hiç unutma, sus ve de iştirak etme, hemen oradan uzaklaş, duymamış ol. Bırak, kulağınla duyduğunu, gözünle de gördüğünü görmemiş ol ancak Adalet dairesinde şahitliği tam yap, ne bilirsen onu söyle, ilave etme, saklama da. Evladın da olsa ALLAH’tan kork, her şeyi olduğu gibi anlat.
Aracılar, laf taşıyanlar yüzünden nice evler nice ocaklar sönmüş, viran olmuştur, nice masum canlara kıyılmıştır. Çalıştığın yerlerde amirlerinin ne lehinde ne aleyhinde bulunma. Her iki bulunuşun sana ille de zarar getirir. Ticaret işinde de etrafındaki komşu tacirler ve esnaf için hiç konuşma, beş kuruş ucuz alırım zannıyla senin komşun için ettiğin bir söze bin söz katar götürürler.
Üç padişah bir araya gelmiş, birisi demiş ki, “Her birimiz bir söz diyelim de bu söz dünya durdukça dursun”. Birincisi, “Söylemediğim bir söz yüzünden hiç pişman olmadım”.
İkincisi, “Söz lehte ise bana fayda getirmedi, aleyhte ise çok zararlar getirdi”.
Üçüncüsü, “Söz ağzımda durdukça ben o söze hâkimim ama söz ağzımdan çıkmışsa ben o söze esir olurum”. Kurşun namluyu terk ederse geri gelmez. Boşboğazı cehenneme atmışlar, “odun yaş” diye bağırmış. İnsan vakur olmalı, faydasız sözlerle kulağını doldurmamalı, dedikodu boş ve abestir, uzak dur.
KİMSE İLE ALAY ETME, ŞAKALAŞMA
Alay etmek ne demektir hele bir
bilebilsen, Hümeze suresini oku da bil, alay edenler, yüzüne gülüp arkadan
çekiştirenler için yüce ALLAH bak ne diyor: “Onları VEYL denilen, cehennemdeki
üstü kapaklı kuyuya ayaklarından asıp başlarına kapağı kapatacağım”. Bu söz
ALLAH’ın sözü.
Düşün de, men edileni yapma. Hiç kimsenin kaşı gözü, yürüyüşü, gülüşü şivesiyle aman alay etme, bu iş ALLAH’ın hiç hoşuna gitmez. Sen seninle alay edilmesine razı olur musun? Çarşılarda pek çok tüccar karşılarına aldıkları meczup kimselerle alay eder, ne fena iş işlerler bilseler, hele ölmüş bir kimsenin hakkında alay edip aleyhinde söz edenler için yüce ALLAH, “ölü eti yer misin?” der, kabadayı isen sağken yüzüne söyleseydin der yüce Rabbimiz.
İlle de şakalaşmak, hele hele el şakası, ne neticelere gebedir bilsen. Adamın eceli gelmiş olur, elinde kalır. Şaka başlar başlamaz şeytanın çırakları hemen iş başı yapar ve şakayı ille de kavgaya dönüştürürler ve kavgayı da cinayetle bitirip oradan hemen uzaklaşırlar. Yüce ALLAH, “az şaka, az gülün, neticenin ne olacağını bilseniz çok ağlardınız”.
Düşün de, men edileni yapma. Hiç kimsenin kaşı gözü, yürüyüşü, gülüşü şivesiyle aman alay etme, bu iş ALLAH’ın hiç hoşuna gitmez. Sen seninle alay edilmesine razı olur musun? Çarşılarda pek çok tüccar karşılarına aldıkları meczup kimselerle alay eder, ne fena iş işlerler bilseler, hele ölmüş bir kimsenin hakkında alay edip aleyhinde söz edenler için yüce ALLAH, “ölü eti yer misin?” der, kabadayı isen sağken yüzüne söyleseydin der yüce Rabbimiz.
İlle de şakalaşmak, hele hele el şakası, ne neticelere gebedir bilsen. Adamın eceli gelmiş olur, elinde kalır. Şaka başlar başlamaz şeytanın çırakları hemen iş başı yapar ve şakayı ille de kavgaya dönüştürürler ve kavgayı da cinayetle bitirip oradan hemen uzaklaşırlar. Yüce ALLAH, “az şaka, az gülün, neticenin ne olacağını bilseniz çok ağlardınız”.
HİÇ KİMSEYİ KINAMA
Kınanmak, tenkit edilmek, ayıplanmak aslında bir ikaz kamçısıdır,
ama insanların pek çoğu kınanmayı sevmez. Yüce ALLAH da pek hoşlanmaz.
Meleklerden HÂRÛT ile MÂRÛT, insanları kınadılar da Tanrı onlara ceza verdi. İnsan
melek değil, insanda haris bir nefis var ki şeytanı bile günaha sokar. Nefis
terbiye edilmedikçe daima hırslı, daima gözü doymaz olmakla beraber her
fırsatta yapmayacağı kötülük yoktur. Nefsine yenik düşen insanda ilk belirtilerin
öncüsü “KİBİR” gelir, inancı yok denecek kadar azdır. Burnu yere düşse almaz,
nefsine yenik olan kişi tembeldir. Tufeyli yaşamayı sever, yasaklanmış her yere
girer, menfaati için yapmayacağı hâl ve hareket yoktur, nefsine hâkim olamayan
kişiler birbirlerini bulur ve ilk zararları yine kendilerine kendilerinden gelir.
Yüce ALLAH onlara hitaben, “Biz size bir şey yapmıyoruz ancak siz kendi
kendinize yapıyorsunuz” buyurur.
ALLAH indinde de kınamak, sanki ALLAH onu görmüyormuş gibi, “şuna bak zaten yürüyüşünde hayır yok, şuna bak namaz kılmıyor, şuna bak oruç tutmuyor, hâli vakti yerinde ama Hac etmiyor” gibi sözler ALLAH’ı haberdar ediyormuşçasına kınamalardır. Meâric suresinin 23’üncü ayeti ve 34’üncü ayeti, “Bu güzel namazlarınızı muhafaza ediniz” der. Orucun korunmasını çocuklar da bilir, bir susam tanesi orucu bozar, ama namazı ne yok eder? İşte, camiden çıkarken, şuna bak namaz kılmıyor demekle kendi namazını uçurduğunun farkında mısın? Yûnus suresi ayet 100’de, “ALLAH’ın izni yoksa kimse mümin olamaz” yazısı var. Yüce ALLAH sana izin vermiş ve sen de namazın ne olduğuna inanmış olarak kıldın. Sen niye onu bunu namaz kılmıyor diye hem de yüce ALLAH’ın huzurunda kınıyorsun? Senin için en uygun olan hareket, “Ya Rab, bana izin verdin, hidayete eriştirdin, çok çok şükürler sana, şu kuluna da izin ver, onu da hidayete eriştir, o da sana secde, rükû etsin, böylece yurdumda sana secde edenler çoğalsın” diye dua et ki senin namazın arş-ı âlâ’ya uçsun da defteri kebire yazılsın. Kınamanın pek çok çeşidi vardır. Örneğin, “ben onun yerinde olsam şöyle eder, böyle yaparım” demek, oysaki insan sakal tıraşı olur da sakalına çıkma artık dese sakal onu dinlemez yine çıkar, kişi kendi sakalına söz dinletemezken onun yerinde olsam der durur. Bu ise, haşa, ALLAH’ın işine karışmaktır. Elbette yüce Yaratan’ın işine buruncuğunu sokmasın diye “ALLAH’ın hikmetinde sual olmaz” denilmiştir. Elbette bu tip insanların camilerden, ibadetlerden uzak kalmamalarının da bir sebebi vardır. Can gözü açık olan ve camiden çıkan kişi namaz kılmayan görünce yüce ALLAH’ın kendisine gösterdiği bu fırsatı hiç kaçırmaz da ibadetlerin en güzeli olan ve başkalarının hayrına ALLAH’a niyaz etmeyi ve hemen sıcağı sıcağına dilemeyi bir görev bilir ve bu suretle ALLAH indinde namazı kabul olur, duası da, o kişi secdeye yönelir. Her adımda bin sınav var. Hayatta kazanmak kolay ama muhafazası zor. Kazanılan iyi şeylerin muhafazası için ilk iş ALLAH’tan yardım istemektir. İnsan kendi kendine hiçbir şeye hâkim de değildir. Her işte ille de ALLAH’ın yardımına ihtiyaç vardır. İnsan eksiktir, eksiğini tamamlaması için her fırsatta dualarında “Ya İlahî, haramdan, zinadan, haset ve fesatlanmaktan, yalandan, riyadan, gıybet etmekten, alay ve kınamaktan, zan etmekten sana sığınırım, bana daima yardımcı ol, beni nefsime uydurma, kendi kendimi günaha sokmaktan sana sığınırım Ya Rab” demelidir. Yüce Peygamber daima “Ya İlahî, benim elimi bir an bile bırakma zira yolumu şaşırırım” diye dua ederken biz ne oluruz ki kendimizden, nefsimizden emin olalım? Özetle, kimseyi kınamamalı, ALLAH herkesin önünü de sonunu da görüp dururken şu kişi için şuna bak şöyle yapıyor, bu kişi böyle yapıyor demenin âlemi var mı?
İnsanlar kınanmayı sevmezler. Hele büyükler, küçükler tarafından kınanmadan ötürü ateş kesilirler. Karı koca arasında da hoşa gitmez, mademki hoşa gitmiyor biz de bu hoşa gitmeyeni yapmamalıyız. En güzeli, sözle değil de hareketlerimizle ima etme yoluna gitmeli, oysaki insan yüz kusur işler, birini göremez ama el âlem kusurların yüzünü de görür.
ALLAH indinde de kınamak, sanki ALLAH onu görmüyormuş gibi, “şuna bak zaten yürüyüşünde hayır yok, şuna bak namaz kılmıyor, şuna bak oruç tutmuyor, hâli vakti yerinde ama Hac etmiyor” gibi sözler ALLAH’ı haberdar ediyormuşçasına kınamalardır. Meâric suresinin 23’üncü ayeti ve 34’üncü ayeti, “Bu güzel namazlarınızı muhafaza ediniz” der. Orucun korunmasını çocuklar da bilir, bir susam tanesi orucu bozar, ama namazı ne yok eder? İşte, camiden çıkarken, şuna bak namaz kılmıyor demekle kendi namazını uçurduğunun farkında mısın? Yûnus suresi ayet 100’de, “ALLAH’ın izni yoksa kimse mümin olamaz” yazısı var. Yüce ALLAH sana izin vermiş ve sen de namazın ne olduğuna inanmış olarak kıldın. Sen niye onu bunu namaz kılmıyor diye hem de yüce ALLAH’ın huzurunda kınıyorsun? Senin için en uygun olan hareket, “Ya Rab, bana izin verdin, hidayete eriştirdin, çok çok şükürler sana, şu kuluna da izin ver, onu da hidayete eriştir, o da sana secde, rükû etsin, böylece yurdumda sana secde edenler çoğalsın” diye dua et ki senin namazın arş-ı âlâ’ya uçsun da defteri kebire yazılsın. Kınamanın pek çok çeşidi vardır. Örneğin, “ben onun yerinde olsam şöyle eder, böyle yaparım” demek, oysaki insan sakal tıraşı olur da sakalına çıkma artık dese sakal onu dinlemez yine çıkar, kişi kendi sakalına söz dinletemezken onun yerinde olsam der durur. Bu ise, haşa, ALLAH’ın işine karışmaktır. Elbette yüce Yaratan’ın işine buruncuğunu sokmasın diye “ALLAH’ın hikmetinde sual olmaz” denilmiştir. Elbette bu tip insanların camilerden, ibadetlerden uzak kalmamalarının da bir sebebi vardır. Can gözü açık olan ve camiden çıkan kişi namaz kılmayan görünce yüce ALLAH’ın kendisine gösterdiği bu fırsatı hiç kaçırmaz da ibadetlerin en güzeli olan ve başkalarının hayrına ALLAH’a niyaz etmeyi ve hemen sıcağı sıcağına dilemeyi bir görev bilir ve bu suretle ALLAH indinde namazı kabul olur, duası da, o kişi secdeye yönelir. Her adımda bin sınav var. Hayatta kazanmak kolay ama muhafazası zor. Kazanılan iyi şeylerin muhafazası için ilk iş ALLAH’tan yardım istemektir. İnsan kendi kendine hiçbir şeye hâkim de değildir. Her işte ille de ALLAH’ın yardımına ihtiyaç vardır. İnsan eksiktir, eksiğini tamamlaması için her fırsatta dualarında “Ya İlahî, haramdan, zinadan, haset ve fesatlanmaktan, yalandan, riyadan, gıybet etmekten, alay ve kınamaktan, zan etmekten sana sığınırım, bana daima yardımcı ol, beni nefsime uydurma, kendi kendimi günaha sokmaktan sana sığınırım Ya Rab” demelidir. Yüce Peygamber daima “Ya İlahî, benim elimi bir an bile bırakma zira yolumu şaşırırım” diye dua ederken biz ne oluruz ki kendimizden, nefsimizden emin olalım? Özetle, kimseyi kınamamalı, ALLAH herkesin önünü de sonunu da görüp dururken şu kişi için şuna bak şöyle yapıyor, bu kişi böyle yapıyor demenin âlemi var mı?
İnsanlar kınanmayı sevmezler. Hele büyükler, küçükler tarafından kınanmadan ötürü ateş kesilirler. Karı koca arasında da hoşa gitmez, mademki hoşa gitmiyor biz de bu hoşa gitmeyeni yapmamalıyız. En güzeli, sözle değil de hareketlerimizle ima etme yoluna gitmeli, oysaki insan yüz kusur işler, birini göremez ama el âlem kusurların yüzünü de görür.
HİÇBİR ZAMAN ÖVÜNME-YERİNME
Bir Çekoslovak’tan duymuştum “Kendini metheden kokar” demişti.
Evvelemirde övüneni ALLAH sevmez, yalnız ALLAH mı, hayır elbette yalnız ALLAH değil,
kimsecikler hoşlanmaz, övünmekle aşağıların en aşağısına atılan ve ALLAH’ın
lanetine uğrayan iblis ne güzel bir örnek. Övünmenin çeşitleri var:
1- Paşababam, Vali amcam, Kaymakam eniştem...
Soyla sopla övünme, bil ki ALLAH’ın kimsesi yok, ne ana, ne baba, hiç.
Sen yarattın yeri göğü herkesi
Kimsesizim kimsesizler kimsesi
Sen doğmadın doğurmadın kimsen yok
Kimsesizim kimsesizler kimsesi
2- Dün arabayı değiştirdik en son çıkan Mercedes ile, üste yedi milyar verdik. Hep aynı araba sıkıyor doğrusu, zaten on güne kadar dünya turuna çıkacağız.
3- Dün bizim kız çok perişandı, karneler alındı ya, baştan aşağı on, beden eğitimi dokuz. Sinirinden ne yedi ne içti, ne yapmışsak yatıştıramadık.
Bu gibi övünmeler veya en ufak şekilde de övünmeler, insanı yüceltmez, alçaltır. Hatta mezar taşlarında bile, Rize eşrafından filan seyitlerden filanca, erenlerden şu kişi gibi hâlâ övünçler vardır.
Yüce ALLAH, Kur’an’ında, övünenler için “Seyahat ediniz de sizden önce ne güzeller, ne kuvvetliler, ne akıllılar yarattığımı ve onlardan kalan viraneleri, saray artıklarını görün de övünmeyin, biz onları ne hâle koyduk bilin ve kendinizi göklere çıkartmayın” der.
Övünmesinler diye onlara Kalem suresinde nazar duasını indirdi. Çünkü nazar vardır ve övünen kişiye elbette nazar değer. Üstelik kimse de acımaz. Herkes onu aşağılayıcı sözler eder, lakaplar takar. Övünmenin bir çeşidi de turfanda çıkan, örneğin domatesi, patlıcanı, biberi fileye koyup herkes görsün gibilerde yukarı kaldırarak, yolda, otobüste gösteriştir. Yine gösterişlerden bir örnek, yanında bir paşayla yolda yürümektir. Bir an kara toprağa gireceğini düşünen aklın sahibi asla övünmez, gösterişten uzak durur. Bilir ki ancak ve ancak ALLAH ululanır. Hamd, O’na mahsustur. O’nun yanında ululanmak kimin haddine, esasen malım mülküm dediği de, hepsi, yaratan ALLAH’ındır.
(TEBAREKELLEZİ BİYEDİHİL MÜLK)
Nerede ne zaman olursa olsun kendimizi gösterişten övünmeden uzak tutmalıyız. ALLAH ancak ilim sahibi, güzel ahlâklı, yardımsever, iyilik eder, ALLAH’a yakın kişiler sırasına girerek başkaları tarafından övülenlere cennetini nasip eder. Dininle, peygamberinle, Kitabınla, ALLAH’ın ile övün.
Vatanın, milletin, örf ve adetlerinin iyileriyle övün, sevdiklerini sev, sevil ki seni onlar övsünler, yeter ki kendini methetme, kendini metheden kokar demişler. Şunu çok iyi bil ki ALLAH, “BEN” denilmesinden hoşlanmaz. Sen kendini överken ilk sözün “BEN” olacak, dikkat et, ALLAH yanı başında seni süzüyor. Yine ALLAH’ın şu güzel kelamını hiç unutma: “Evlatlarınız, mallarınız size felâketli olur”. Bu ayet neyi haber veriyor? Övünmemeyi, zira övünmek hayır yerine “FİTNE” getirir. Nice övünülen evlatlar, ana ve babaların en acımasız düşmanları ve can alıcıları olur, malları haset ve fesatları uyarır, mal yüzünden canlarından olurlar ve bu olaylar gün geçmez vuku bulur. Varını, yokunu ALLAH ve sen bil, zekâtını aman ver.
Övünmediğin gibi yerinme de, ALLAH’ın hoşuna gitmez. Yüce ALLAH bu dünyayı insanı için yoktan var etti, sayısız nimetler verdiği hep insan için. İnsana ikram edilen bu güzel dünyaya burun bükmek, değer vermemek elbette ikram sahibinin hoşuna gitmez. Hiç memnun ve mutlu olmamanın sebebi nedir? Niçin hep kötülüğü başka yerlerden geliyor zannıyla karamsar, kötümser oluyorsun, hele bir de kendini yokla, bu yerinmen nedendir? Niçin bir güncük ALLAH’ına şükretmezsin? Hiç mi su içmedin, bu suyun karşılığı ne olmalıdır? Kendini kontrol et, bir insan ancak aklıyla her olayı hâl eder, hisleriyle değil. Neden yeriniyor, neden kendini hor ve hakir görüyorsun? Varlık bakımından mı yoksa çirkin ve çelimsizliğin mi? Yanılıyorsun, evvela şunu bil ki bütün âlemlerin bir tek sahibi var ki bu ALLAH’tır ve yalnız O’nun dediği olur. O, kime ne vereceğini bilir. “Hepinize çok çok verseydik azardınız” demesinin bir yönü var elbette. Bilemezsin ki, sana istediğin kadarı verseydi azmayacağına garantin mi var? Sen, seni ALLAH kadar bilemezsin, çirkin ve çelimsiz mi görüyorsun kendini, senin bu görüşün yüce Mevlâ’ya isyanın ta kendisidir. Zira O, “biz hiçbir şeyi abes yaratmadık” diyor. Sen ise, “hayır ben çirkinim” diyor, haşa, ALLAH’ı yalancılıkla suçluyorsun. Kendine gel, kendine yerinip üzülme, bir tek ALLAH’ın emirlerine layığı ile uyamamak yüzünden ve de hatır gönül alamamak yüzünden incin, üzül. ALLAH korusun, sana öyle bir dert verir ki bu güzel yaşantını ah ederek ararsın ve yerinirsin. Yerinmenin ne olduğunu o zaman anlarsın. ALLAH’a daima şükretmelidir, yerinen kişi hiç şükreder mi? Böylece battıkça batar. Yerinen kişi haset, fesat demektir. Toplum içinde değersiz olur. Çalıştığının karşılığını alınca teşekkür bile etmez, gayrı memnundur. Yüzü hiç gülmez, hayatı hep gecedir, onun yanından melekler bile kaçar, daima yalnızlık içindedir. Normal bir akıllı insan ne övünür, ne yerinir. Övüneni, ALLAH övünmez ediverir. Hayatı olduğu gibi kabul et, niye hava karanlık oldu deme, gece geldi, hep gündüz olmaz, elbet gece de gelecek. İnsan hayatında da gündüzler olduğu gibi geceler de olacak elbet. Hastalıklar, harpler, yokluklar hep yaşamın parçalarıdır. Ve madem yaşıyorsun dişin ağrıyacak elbet, niçin diyemezsin, bu doğanın yasası, elbette ölüm de var ve herkese ama herkese var bu ölüm. Sevinsen de sevinmesen de dertler yaşadığın müddetçe gelecek. Dert ve kederlerin ardı arkası kesilmez, iyi bil ve de birinci kambura razı olmazsan ikincisi gelir gelecekte hiç kuşkun olmasın. Ne gelirse şükür ve sabırla karşıla, küsme, merak etme, gelenler gidicidir, ebedi değildir.
Her dakika sınav veriyoruz, en iyisi geleni hoş karşılarsak gönderen sevinir, benim için bu ezaya katlanıp sabrediyor der ve hemen o ezayı alıp isyan edene yükler. Rabbim, ben seni her zaman sevdim severdim - Aldın bütün dertleri benden - Sen oldun şimdi benim derdim - ne büyük bir olay bu. Derdin ALLAH olunca, her ânın O’nunla geçer. İnsanın başı ağrırsa her ânı başını dinlemek olur. Ne mutlu o kişiye ki her ânı Rabbi ile geçmekte. Yerinmez, yerinemez ki yanı başında kim var? Ne güzel Rabbim seninle olmak, ne hoş her gün bir yerden bir yere uçmak, seninle göç etmek; dağları, denizleri, çiçekleri, tepeleri seninle aşmak ne güzel; ne güzel rüyalarda uçmak, yıldızlarla ay ışığında senin yanında olmak ne güzel; çuvallarla altınım olmasın hatta bir tane bile olmasın yeter ki sen, sen Rabbim beni yanından uzaklaştırma, hep seni sayıklayayım “Rabbim, Rabbim” diye, senin yanında niye yerineyim ki, seni kazanmanın sevinci içindeyim, neşeliyim, şenim, çünkü seninleyim, sen varsın yanımda, sen, evet sen varsın.
1- Paşababam, Vali amcam, Kaymakam eniştem...
Soyla sopla övünme, bil ki ALLAH’ın kimsesi yok, ne ana, ne baba, hiç.
Sen yarattın yeri göğü herkesi
Kimsesizim kimsesizler kimsesi
Sen doğmadın doğurmadın kimsen yok
Kimsesizim kimsesizler kimsesi
2- Dün arabayı değiştirdik en son çıkan Mercedes ile, üste yedi milyar verdik. Hep aynı araba sıkıyor doğrusu, zaten on güne kadar dünya turuna çıkacağız.
3- Dün bizim kız çok perişandı, karneler alındı ya, baştan aşağı on, beden eğitimi dokuz. Sinirinden ne yedi ne içti, ne yapmışsak yatıştıramadık.
Bu gibi övünmeler veya en ufak şekilde de övünmeler, insanı yüceltmez, alçaltır. Hatta mezar taşlarında bile, Rize eşrafından filan seyitlerden filanca, erenlerden şu kişi gibi hâlâ övünçler vardır.
Yüce ALLAH, Kur’an’ında, övünenler için “Seyahat ediniz de sizden önce ne güzeller, ne kuvvetliler, ne akıllılar yarattığımı ve onlardan kalan viraneleri, saray artıklarını görün de övünmeyin, biz onları ne hâle koyduk bilin ve kendinizi göklere çıkartmayın” der.
Övünmesinler diye onlara Kalem suresinde nazar duasını indirdi. Çünkü nazar vardır ve övünen kişiye elbette nazar değer. Üstelik kimse de acımaz. Herkes onu aşağılayıcı sözler eder, lakaplar takar. Övünmenin bir çeşidi de turfanda çıkan, örneğin domatesi, patlıcanı, biberi fileye koyup herkes görsün gibilerde yukarı kaldırarak, yolda, otobüste gösteriştir. Yine gösterişlerden bir örnek, yanında bir paşayla yolda yürümektir. Bir an kara toprağa gireceğini düşünen aklın sahibi asla övünmez, gösterişten uzak durur. Bilir ki ancak ve ancak ALLAH ululanır. Hamd, O’na mahsustur. O’nun yanında ululanmak kimin haddine, esasen malım mülküm dediği de, hepsi, yaratan ALLAH’ındır.
(TEBAREKELLEZİ BİYEDİHİL MÜLK)
Nerede ne zaman olursa olsun kendimizi gösterişten övünmeden uzak tutmalıyız. ALLAH ancak ilim sahibi, güzel ahlâklı, yardımsever, iyilik eder, ALLAH’a yakın kişiler sırasına girerek başkaları tarafından övülenlere cennetini nasip eder. Dininle, peygamberinle, Kitabınla, ALLAH’ın ile övün.
Vatanın, milletin, örf ve adetlerinin iyileriyle övün, sevdiklerini sev, sevil ki seni onlar övsünler, yeter ki kendini methetme, kendini metheden kokar demişler. Şunu çok iyi bil ki ALLAH, “BEN” denilmesinden hoşlanmaz. Sen kendini överken ilk sözün “BEN” olacak, dikkat et, ALLAH yanı başında seni süzüyor. Yine ALLAH’ın şu güzel kelamını hiç unutma: “Evlatlarınız, mallarınız size felâketli olur”. Bu ayet neyi haber veriyor? Övünmemeyi, zira övünmek hayır yerine “FİTNE” getirir. Nice övünülen evlatlar, ana ve babaların en acımasız düşmanları ve can alıcıları olur, malları haset ve fesatları uyarır, mal yüzünden canlarından olurlar ve bu olaylar gün geçmez vuku bulur. Varını, yokunu ALLAH ve sen bil, zekâtını aman ver.
Övünmediğin gibi yerinme de, ALLAH’ın hoşuna gitmez. Yüce ALLAH bu dünyayı insanı için yoktan var etti, sayısız nimetler verdiği hep insan için. İnsana ikram edilen bu güzel dünyaya burun bükmek, değer vermemek elbette ikram sahibinin hoşuna gitmez. Hiç memnun ve mutlu olmamanın sebebi nedir? Niçin hep kötülüğü başka yerlerden geliyor zannıyla karamsar, kötümser oluyorsun, hele bir de kendini yokla, bu yerinmen nedendir? Niçin bir güncük ALLAH’ına şükretmezsin? Hiç mi su içmedin, bu suyun karşılığı ne olmalıdır? Kendini kontrol et, bir insan ancak aklıyla her olayı hâl eder, hisleriyle değil. Neden yeriniyor, neden kendini hor ve hakir görüyorsun? Varlık bakımından mı yoksa çirkin ve çelimsizliğin mi? Yanılıyorsun, evvela şunu bil ki bütün âlemlerin bir tek sahibi var ki bu ALLAH’tır ve yalnız O’nun dediği olur. O, kime ne vereceğini bilir. “Hepinize çok çok verseydik azardınız” demesinin bir yönü var elbette. Bilemezsin ki, sana istediğin kadarı verseydi azmayacağına garantin mi var? Sen, seni ALLAH kadar bilemezsin, çirkin ve çelimsiz mi görüyorsun kendini, senin bu görüşün yüce Mevlâ’ya isyanın ta kendisidir. Zira O, “biz hiçbir şeyi abes yaratmadık” diyor. Sen ise, “hayır ben çirkinim” diyor, haşa, ALLAH’ı yalancılıkla suçluyorsun. Kendine gel, kendine yerinip üzülme, bir tek ALLAH’ın emirlerine layığı ile uyamamak yüzünden ve de hatır gönül alamamak yüzünden incin, üzül. ALLAH korusun, sana öyle bir dert verir ki bu güzel yaşantını ah ederek ararsın ve yerinirsin. Yerinmenin ne olduğunu o zaman anlarsın. ALLAH’a daima şükretmelidir, yerinen kişi hiç şükreder mi? Böylece battıkça batar. Yerinen kişi haset, fesat demektir. Toplum içinde değersiz olur. Çalıştığının karşılığını alınca teşekkür bile etmez, gayrı memnundur. Yüzü hiç gülmez, hayatı hep gecedir, onun yanından melekler bile kaçar, daima yalnızlık içindedir. Normal bir akıllı insan ne övünür, ne yerinir. Övüneni, ALLAH övünmez ediverir. Hayatı olduğu gibi kabul et, niye hava karanlık oldu deme, gece geldi, hep gündüz olmaz, elbet gece de gelecek. İnsan hayatında da gündüzler olduğu gibi geceler de olacak elbet. Hastalıklar, harpler, yokluklar hep yaşamın parçalarıdır. Ve madem yaşıyorsun dişin ağrıyacak elbet, niçin diyemezsin, bu doğanın yasası, elbette ölüm de var ve herkese ama herkese var bu ölüm. Sevinsen de sevinmesen de dertler yaşadığın müddetçe gelecek. Dert ve kederlerin ardı arkası kesilmez, iyi bil ve de birinci kambura razı olmazsan ikincisi gelir gelecekte hiç kuşkun olmasın. Ne gelirse şükür ve sabırla karşıla, küsme, merak etme, gelenler gidicidir, ebedi değildir.
Her dakika sınav veriyoruz, en iyisi geleni hoş karşılarsak gönderen sevinir, benim için bu ezaya katlanıp sabrediyor der ve hemen o ezayı alıp isyan edene yükler. Rabbim, ben seni her zaman sevdim severdim - Aldın bütün dertleri benden - Sen oldun şimdi benim derdim - ne büyük bir olay bu. Derdin ALLAH olunca, her ânın O’nunla geçer. İnsanın başı ağrırsa her ânı başını dinlemek olur. Ne mutlu o kişiye ki her ânı Rabbi ile geçmekte. Yerinmez, yerinemez ki yanı başında kim var? Ne güzel Rabbim seninle olmak, ne hoş her gün bir yerden bir yere uçmak, seninle göç etmek; dağları, denizleri, çiçekleri, tepeleri seninle aşmak ne güzel; ne güzel rüyalarda uçmak, yıldızlarla ay ışığında senin yanında olmak ne güzel; çuvallarla altınım olmasın hatta bir tane bile olmasın yeter ki sen, sen Rabbim beni yanından uzaklaştırma, hep seni sayıklayayım “Rabbim, Rabbim” diye, senin yanında niye yerineyim ki, seni kazanmanın sevinci içindeyim, neşeliyim, şenim, çünkü seninleyim, sen varsın yanımda, sen, evet sen varsın.
ŞUNLARIN KÜÇÜĞÜNÜ KÜÇÜMSEME, BÜYÜR: HASTALIK-BORÇ-YANGIN-DÜŞMAN
Başımıza ne gelirse ihmal ve önemsemezlikten gelir. Her iyi
ve kötü şey ufaktan başlar. Tevekkeli dememişler “yılanın başını ufakken ezmeli”
diye. Ufacık bir yara ya da sıyrık önemsenmezse insanın başına ne kocaman işler
açabilir. Hatta hatta organların kesilip sakat kalınmasına, hatta hatta
ölümlere de yol açabilir. Nezle deyip geçme, onu da küçümseme, büyür büyür de
nice tehlikelere yol açar, zatürre, verem gibi pek sevimsiz dertlere sürer insanı.
Şimdi, konumuz olan şu hastalık nedir? ALLAH bu marazı neden yarattı acaba? Hele
düşünelim evvela, hastalık yalnız insanoğluna verilmiş değil. Yaratılmış ne
varsa hepsinin başına gelecek ve gelmektedir.
Evvela; acılar terbiye içindir, ateşe iyice yakın olan nohut piştikçe tatlanır, hayvan derileri acı ilaçlar içinde güzelleşir, kullanılır. İlâçlar, iğneler acıdır ama şifa verirler.
Saniyen; hasta olan, ALLAH’ı anmaya, “Rabbim sensin, şifa ver, çektirme” demeye, ALLAH’a yalvarmaya başlar. Yüce ALLAH, Kitabında, “Ya Muhammed, onları kendi hâllerine, kendi zevk ve neşelerine terk etmiş olsak, unutkan olup ne anarlar, ne ararlar, azıcık kulaklarını çeksek yaygarayı basar, sensin sensin demeye başlarlar”.
Salisen; hastalıklar rızık kapılarını çalıştırır; doktorlar, hemşireler, eczacılar ve gereken araç ve gereçleri imal edenler, milyonlarca insan için rızık meselesidir. Dördüncüsü ise; ALLAH’ın emanet ettiği bu beden, zarar verecek her şeyden bilhassa haramlardan korunmak içindir ancak hastalığın küçüğünü küçümsemeden çaresine bakmalı, doktora gitmeli, ilacını almalıdır. Diş önce ince ince sızlar, haber verir, hemen çareye başvurulmazsa çekilir. Erken yaşlarda dişsiz kalınır, ağrılar sızılar önce pek acı vermez, haber verir, adam sen de deyip ihmal edilirse sonu felâket olur. Hatta pek çok hekim, “şimdiye kadar nerede kaldınız” diye tehdit bile eder. Hastalık deyip geçme, insan kendinin hekimi olmalı, ne yerse karnı ağrır bilmeli. Çoğunlukla dertler iki şeyden gelir: üzüntü ve soğuk. İnsan aklını fikrini kullanırsa üzüntü gelmez. Üzüntü, gam, kasavet, elem, keder hep bir sebebe dayanır. İnsan, onları getiren sebebi bilir ve o sebebi yok edebilir. Başın ağrıyorsa bir sebebi var elbet, bugün tasalanmışsan elbette onun da bir sebebi vardır. Yüce Mevlâ bu istenmeyen can sıkıcı ve can yakıcı her sebebin neler olduğunu kullarına elçileri, kitaplarıyla önceden bildirdi ve “oku” dedi. Okusaydın ya da okuyandan dinleseydin bugün kederlenmez ve netice hasta olsan bile cüzi bir çareyle savuştururdun derdini. Demek oluyor ki insan yaşam boyu, yaşlanmadan önce de bilhassa çocuk hastalıkları geçirecek. Ne var ki tıp bu hastalıkların daha hafif geçmesi için birtakım aşılar bulmuştur. Hekimlerin önerilerine uymalı, hastalıklar ölümün cüzleridir, “hastalık ALLAH’tan” deyip ihmale gelmez. Yüce Mevlâ her hastalığın çaresini de vermiş ve Kur’an’ın Nahl suresinin 68. ayetinde, “BAL”daki şifayı apaçık bildirmiştir. Bitkilerden pek çoğu hastalıklara iyilik getirmektedir, elbette “TEVEKKEL” olacağız ama önce çareye başvurmak icap eder. Boynuna takılan muska çare getirmez, aksine zarar getirir. Her iyiliği ancak ALLAH’tan beklemeli, hacıdan, hocadan değil. Her derde hizmet eden insanlar içinde hekimler var, hasta ancak hekime giderse ilacını alır. Hiçbir şeyin ebedi olmadığı gibi hastalık da elbet ebedi değildir, insan yaşamı boyu kim bilir kaç kez hasta olur ve iyileşir.
BORÇ
Borçlanmak ayıp değildir ancak borca önem vermemek bu borcun üremesine yol açar, insan borcunu ödeyeceği günde hemen ödemeli, ödemediği takdirde toplumda itibarı kalmaz, adı batakçıya, dolandırıcıya çıkar ki ne fena bir damgadır insan için. Hele hele devlete ait borcu hiç ihmal etmemeli, devlet aman dinlemez, evine hacze gelir, konu komşu arasında insan rezil rüsva olur. Bunun için yüce ALLAH’ın, A’râf suresi 31. ayetini hiç ihmal etmeyip bu ayetin emrini yapan kişi hayatında borçsuz yaşar. Borca girse bile gününde öder. ALLAH, borçlarını gününde ödemeyenleri sevmez. Batakçıya, dolandırıcıya elbette de kimseler acımaz, borcun azı çoğu olmaz. Adam sen de, ne kadarcık bir borç deyip küçüğünü küçümseme, araya hiç akıl edilmedik zorunluluklar girer, bu küçümsediğin borç ödemeye ödemeye büyür. İnsanın ALLAH’ına da borçları vardır. İhmale gelmez, ödenmezse büyür, bu defa hiç ödeyemez. Huzur-u İlahî’de sorumlu olacaktır. Namazını, orucunu, hac ve zekâtını hele vakit var diye ileriye atma. Hasta olursun, hiç yapamazsın, belki de ömrün yetmez, hesap vermek zorunda kalırsın. Bu hesap insanlara hatta devlete verilecek hesaba benzemez.
Her kötülük ufaktan başlar, önemsenmezse büyür. Hani, dertler üst üste geliyor derler ya, elbette öyle olur. Hep kulak arkası atmaktan, “şu kadarcık vergi için ta oralara gidemem doğrusu” sözünün ileride nelere mâl olacağını bilse. Yavan ekmek ye, borcunu öde, ödeyemeyeceğin borcun altına girme. İnsanı ileride rezil rüsva edecek, kaldıramayacağın yükün altına girme, yüce Mevlâ’nın “Biz herkesin kaldıracağı kadar yükleriz” buyruğunu unutma, ona göre hareket et. Sonraki nedametler, gözyaşı, ah vahlar kurtarmaz. Hele ufak ufak elli kapıya borçlanma, borç yiğidin kamçısıdır sözüyle avunma, pişman olursun, üstelik “AHLÂK”ın bozulur.
YANGIN
Adı bile insanı ürpertiyor, nasıl ki her istenmeyen şey ufaktan ufaktan başlarsa yangın da ufaktan başlar, bunun için yangının küçüğünü küçümseme. Şuradan ince ince bir duman görünce hemen sebebi ara, sigara izmaritiymiş, bir şey değil deme, söndür. Nice büyük yangınlar hep sigara izmaritinden çıkıp semtleri, şehirleri kül etmiştir. Kırlara çıkıp piknik yapan ve ateş yakıp iyice söndürmeden oradan ayrılanların geride bırakıp ehemmiyet vermedikleri ufacık bir ateş parçasının, nice ormanların ve orman içinde yaşayan nice canlıların yanıp kül olmasına sebep olacağını hiç unutma. Uykuya yatacağın zaman her yeri iyice tara, ateşli hiçbir şey bırakma, sobayı da iyice söndür, hele hele elinde sigarayla yatma, olmaz olmaz deme, oluverir. Bu yüzden de nice felâketleri hep görür işitirsin. Bilhassa ufak çocukların üzerine kapıyı kilitleyip hiç ama hiç bir yere gitme, ne olurmuş deme. Çocuk bu, sobayı karıştırır, bir kıvılcım ortalığı cehenneme çevirir. Hele hele çakmak, kibrit gibi ateş yakacak şeyleri ortalıktan kaldır. Aksi hâlde kuzucuklarının yanıp kavrulmasına sebep olursun, kendini yerden yere atmanın hiç faydası yok. Kömür olmuş Ahmet’in, Mehmet’in, Ayşe’n, Emine’n dönemezler gittikleri yerden. Canım, iki adım bakkala kadar gidivermiştim sözü seni kurtarmaz. Gitme ve madem anne oldun, hayvanlardan örnek al, tavuk hep civcivleriyle beraber gezer. Yanan sobaya, ocağa, sönüyor diye yanıcı şeyler atma. Nice kadınlar gaz, benzin atarlar, atarlar ama kendilerini de yakarlar. Bu olaylar her gün olup durmada, ateşle şaka olmaz. Ateş hiç acımasız yakar kavurur, önce sahibini sonra mahalleyi yakar. Ve insanı bin pişman eder, bunun için yangın bir felâket, bir afettir, küçüğünü küçümseme, aklın ermezse elektrikle de uğraşma.
DÜŞMAN
Yüce ALLAH bütün canlılara dostlar yarattığı gibi düşmanlar da yaratmıştır. Ne var ki hepsine ayrı ayrı dostları da, düşmanları da tanıtmıştır. Böylece insan neyin dost, neyin düşman olduğunu pek âlâ da bilir.
“Su uyur düşman uyumaz” demişler. Düşmanın en küçüğü bile yok edilmezse büyür, yok edilmesi güç olur. Hani, adamın biri yolun ortasına çalı dikmiş, çalı büyüdükçe yolcuları rahatsız etmiş, valiye şikâyette bulunmuşlar, o da adama haber salmış, çalıyı sök at diye. Adam, olur demiş, bugün yarın derken çalı daha da büyür, hem adamın gücü zayıflar ama çalı iyice kuvvetlenir, hiç sökülemez olur. Düşmanını küçük gören bir gün çok pişman olur, bu küçümsemeyi canıyla öder. Küçük görülen her zararlı şey bir gün karşına büyük olarak çıkar. Her düşmanı ihmale gelmez, her düşmana acınmaz, “merhametten maraz doğar” demişler. Bilumum haşerat ehemmiyetsiz gibi gözükür, zararları olur. İnsan herkesi dost zannetmemeli, insana düşmanlık yapacağı dost olur, ufak tefek armağanlar verir, senin için üzülme numaraları yapar, adeta elinden gelen iyilikleri hiç esirgemez, her zaman yoklar, yüzüne güler ve seni icabında müdafaa eder ve senin en ufak bir zaafında tependen vurur, ne olduğunu bilemezsin. “Eski düşman dost olmaz, eşek derisi post olmaz” demişler. Eski bir düşmanının sana dostça yaklaşmasını dikkatle izle, güvenme hemen, bugün küçük ve aciz gibi gözüken, yarın ejderha bir canavar kesilir. İntikam ânında ne ALLAH, ne peygamber tanımaz. En büyük düşmansa kendi nefsindir, ona pek yüz verme, o çok haris, çok açtır. Sen onu yenemez, yenmek istemezsen bir gün o seni yener. Bunun için eskiler önce nefislerini ıslah etme yoluna gitmişler. Nefsi yok edemezsin ama ıslah edersin, onun isteklerine boyun eğersen seni ne çeşit kötülüklere sürükler. Hırsız, katil eder, hayatını söndürür. Varını ona açarsan, o varlığa göz koyar. Ondan kaçamazsın, o senin yanında, zaten o, sensin. Onu doyurursun ama yine acıkır. Hep o nefsim yanımda -ölüp ölüp dirilsem- düşmanlardan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem. Ne var ki insan düşmanını kendi yaratır. Akıllı insan bu kişinin bir gün kendisine düşman olacağını bilip dostluğu ileri götürmeden kesip ciddi tedbirler almalı. Kur’an-ı Kerim’de, “Evlatlarınız ve mallarınız size fitne olur” dendi. Nedir bu; evladına da, malına mülküne de fazla güvenme. Ebu Leheb güvendi ama ne oldu. Tebbet suresini oku da öğren. Herkese varlığını ağzını köpürte köpürte anlatma, dostların sana düşman kesilir.
İnsan, düşmanını kendisi yaratır. Düşmanını yok etmek yine senin elindedir. Bil ki en iyi yol ALLAH’a sığınıp O’ndan yardım istemektir. “ALLAH’ım bana düşman olanlarla sonu iyi olacaksa dost et” diye dua etmek en iyi yoldur. İnsan düşmanıyla nasıl dost olur veya dostlarını nasıl kendine düşman eder, “Kelile ve Dimne”yi oku da öğren. Bit, pire gibi asalak haşere iflah olmaz, onları temizlik imha eder. ALLAH, elbette her yarattığının sebebini, neden ötürü yaratıldığını bize de bildirdi. Bit yüzünden, pek çok canlı ve zararlı mikroplardan arınmak için insanoğlu başta sabun olmak üzere nice temizlik maddeleri icat etmişlerdir.
Özetle, düşmanın ne kadar küçük olursa olsun, onun küçüğünü küçük görme büyür. İstersen ıslah et, dost ol ama ondan uzak durmaya gayret et. Hiçbir yerde onu çekiştirme veya fırsatı koru, yok et ancak ALLAH’ına sığınarak.
Evvela; acılar terbiye içindir, ateşe iyice yakın olan nohut piştikçe tatlanır, hayvan derileri acı ilaçlar içinde güzelleşir, kullanılır. İlâçlar, iğneler acıdır ama şifa verirler.
Saniyen; hasta olan, ALLAH’ı anmaya, “Rabbim sensin, şifa ver, çektirme” demeye, ALLAH’a yalvarmaya başlar. Yüce ALLAH, Kitabında, “Ya Muhammed, onları kendi hâllerine, kendi zevk ve neşelerine terk etmiş olsak, unutkan olup ne anarlar, ne ararlar, azıcık kulaklarını çeksek yaygarayı basar, sensin sensin demeye başlarlar”.
Salisen; hastalıklar rızık kapılarını çalıştırır; doktorlar, hemşireler, eczacılar ve gereken araç ve gereçleri imal edenler, milyonlarca insan için rızık meselesidir. Dördüncüsü ise; ALLAH’ın emanet ettiği bu beden, zarar verecek her şeyden bilhassa haramlardan korunmak içindir ancak hastalığın küçüğünü küçümsemeden çaresine bakmalı, doktora gitmeli, ilacını almalıdır. Diş önce ince ince sızlar, haber verir, hemen çareye başvurulmazsa çekilir. Erken yaşlarda dişsiz kalınır, ağrılar sızılar önce pek acı vermez, haber verir, adam sen de deyip ihmal edilirse sonu felâket olur. Hatta pek çok hekim, “şimdiye kadar nerede kaldınız” diye tehdit bile eder. Hastalık deyip geçme, insan kendinin hekimi olmalı, ne yerse karnı ağrır bilmeli. Çoğunlukla dertler iki şeyden gelir: üzüntü ve soğuk. İnsan aklını fikrini kullanırsa üzüntü gelmez. Üzüntü, gam, kasavet, elem, keder hep bir sebebe dayanır. İnsan, onları getiren sebebi bilir ve o sebebi yok edebilir. Başın ağrıyorsa bir sebebi var elbet, bugün tasalanmışsan elbette onun da bir sebebi vardır. Yüce Mevlâ bu istenmeyen can sıkıcı ve can yakıcı her sebebin neler olduğunu kullarına elçileri, kitaplarıyla önceden bildirdi ve “oku” dedi. Okusaydın ya da okuyandan dinleseydin bugün kederlenmez ve netice hasta olsan bile cüzi bir çareyle savuştururdun derdini. Demek oluyor ki insan yaşam boyu, yaşlanmadan önce de bilhassa çocuk hastalıkları geçirecek. Ne var ki tıp bu hastalıkların daha hafif geçmesi için birtakım aşılar bulmuştur. Hekimlerin önerilerine uymalı, hastalıklar ölümün cüzleridir, “hastalık ALLAH’tan” deyip ihmale gelmez. Yüce Mevlâ her hastalığın çaresini de vermiş ve Kur’an’ın Nahl suresinin 68. ayetinde, “BAL”daki şifayı apaçık bildirmiştir. Bitkilerden pek çoğu hastalıklara iyilik getirmektedir, elbette “TEVEKKEL” olacağız ama önce çareye başvurmak icap eder. Boynuna takılan muska çare getirmez, aksine zarar getirir. Her iyiliği ancak ALLAH’tan beklemeli, hacıdan, hocadan değil. Her derde hizmet eden insanlar içinde hekimler var, hasta ancak hekime giderse ilacını alır. Hiçbir şeyin ebedi olmadığı gibi hastalık da elbet ebedi değildir, insan yaşamı boyu kim bilir kaç kez hasta olur ve iyileşir.
BORÇ
Borçlanmak ayıp değildir ancak borca önem vermemek bu borcun üremesine yol açar, insan borcunu ödeyeceği günde hemen ödemeli, ödemediği takdirde toplumda itibarı kalmaz, adı batakçıya, dolandırıcıya çıkar ki ne fena bir damgadır insan için. Hele hele devlete ait borcu hiç ihmal etmemeli, devlet aman dinlemez, evine hacze gelir, konu komşu arasında insan rezil rüsva olur. Bunun için yüce ALLAH’ın, A’râf suresi 31. ayetini hiç ihmal etmeyip bu ayetin emrini yapan kişi hayatında borçsuz yaşar. Borca girse bile gününde öder. ALLAH, borçlarını gününde ödemeyenleri sevmez. Batakçıya, dolandırıcıya elbette de kimseler acımaz, borcun azı çoğu olmaz. Adam sen de, ne kadarcık bir borç deyip küçüğünü küçümseme, araya hiç akıl edilmedik zorunluluklar girer, bu küçümsediğin borç ödemeye ödemeye büyür. İnsanın ALLAH’ına da borçları vardır. İhmale gelmez, ödenmezse büyür, bu defa hiç ödeyemez. Huzur-u İlahî’de sorumlu olacaktır. Namazını, orucunu, hac ve zekâtını hele vakit var diye ileriye atma. Hasta olursun, hiç yapamazsın, belki de ömrün yetmez, hesap vermek zorunda kalırsın. Bu hesap insanlara hatta devlete verilecek hesaba benzemez.
Her kötülük ufaktan başlar, önemsenmezse büyür. Hani, dertler üst üste geliyor derler ya, elbette öyle olur. Hep kulak arkası atmaktan, “şu kadarcık vergi için ta oralara gidemem doğrusu” sözünün ileride nelere mâl olacağını bilse. Yavan ekmek ye, borcunu öde, ödeyemeyeceğin borcun altına girme. İnsanı ileride rezil rüsva edecek, kaldıramayacağın yükün altına girme, yüce Mevlâ’nın “Biz herkesin kaldıracağı kadar yükleriz” buyruğunu unutma, ona göre hareket et. Sonraki nedametler, gözyaşı, ah vahlar kurtarmaz. Hele ufak ufak elli kapıya borçlanma, borç yiğidin kamçısıdır sözüyle avunma, pişman olursun, üstelik “AHLÂK”ın bozulur.
YANGIN
Adı bile insanı ürpertiyor, nasıl ki her istenmeyen şey ufaktan ufaktan başlarsa yangın da ufaktan başlar, bunun için yangının küçüğünü küçümseme. Şuradan ince ince bir duman görünce hemen sebebi ara, sigara izmaritiymiş, bir şey değil deme, söndür. Nice büyük yangınlar hep sigara izmaritinden çıkıp semtleri, şehirleri kül etmiştir. Kırlara çıkıp piknik yapan ve ateş yakıp iyice söndürmeden oradan ayrılanların geride bırakıp ehemmiyet vermedikleri ufacık bir ateş parçasının, nice ormanların ve orman içinde yaşayan nice canlıların yanıp kül olmasına sebep olacağını hiç unutma. Uykuya yatacağın zaman her yeri iyice tara, ateşli hiçbir şey bırakma, sobayı da iyice söndür, hele hele elinde sigarayla yatma, olmaz olmaz deme, oluverir. Bu yüzden de nice felâketleri hep görür işitirsin. Bilhassa ufak çocukların üzerine kapıyı kilitleyip hiç ama hiç bir yere gitme, ne olurmuş deme. Çocuk bu, sobayı karıştırır, bir kıvılcım ortalığı cehenneme çevirir. Hele hele çakmak, kibrit gibi ateş yakacak şeyleri ortalıktan kaldır. Aksi hâlde kuzucuklarının yanıp kavrulmasına sebep olursun, kendini yerden yere atmanın hiç faydası yok. Kömür olmuş Ahmet’in, Mehmet’in, Ayşe’n, Emine’n dönemezler gittikleri yerden. Canım, iki adım bakkala kadar gidivermiştim sözü seni kurtarmaz. Gitme ve madem anne oldun, hayvanlardan örnek al, tavuk hep civcivleriyle beraber gezer. Yanan sobaya, ocağa, sönüyor diye yanıcı şeyler atma. Nice kadınlar gaz, benzin atarlar, atarlar ama kendilerini de yakarlar. Bu olaylar her gün olup durmada, ateşle şaka olmaz. Ateş hiç acımasız yakar kavurur, önce sahibini sonra mahalleyi yakar. Ve insanı bin pişman eder, bunun için yangın bir felâket, bir afettir, küçüğünü küçümseme, aklın ermezse elektrikle de uğraşma.
DÜŞMAN
Yüce ALLAH bütün canlılara dostlar yarattığı gibi düşmanlar da yaratmıştır. Ne var ki hepsine ayrı ayrı dostları da, düşmanları da tanıtmıştır. Böylece insan neyin dost, neyin düşman olduğunu pek âlâ da bilir.
“Su uyur düşman uyumaz” demişler. Düşmanın en küçüğü bile yok edilmezse büyür, yok edilmesi güç olur. Hani, adamın biri yolun ortasına çalı dikmiş, çalı büyüdükçe yolcuları rahatsız etmiş, valiye şikâyette bulunmuşlar, o da adama haber salmış, çalıyı sök at diye. Adam, olur demiş, bugün yarın derken çalı daha da büyür, hem adamın gücü zayıflar ama çalı iyice kuvvetlenir, hiç sökülemez olur. Düşmanını küçük gören bir gün çok pişman olur, bu küçümsemeyi canıyla öder. Küçük görülen her zararlı şey bir gün karşına büyük olarak çıkar. Her düşmanı ihmale gelmez, her düşmana acınmaz, “merhametten maraz doğar” demişler. Bilumum haşerat ehemmiyetsiz gibi gözükür, zararları olur. İnsan herkesi dost zannetmemeli, insana düşmanlık yapacağı dost olur, ufak tefek armağanlar verir, senin için üzülme numaraları yapar, adeta elinden gelen iyilikleri hiç esirgemez, her zaman yoklar, yüzüne güler ve seni icabında müdafaa eder ve senin en ufak bir zaafında tependen vurur, ne olduğunu bilemezsin. “Eski düşman dost olmaz, eşek derisi post olmaz” demişler. Eski bir düşmanının sana dostça yaklaşmasını dikkatle izle, güvenme hemen, bugün küçük ve aciz gibi gözüken, yarın ejderha bir canavar kesilir. İntikam ânında ne ALLAH, ne peygamber tanımaz. En büyük düşmansa kendi nefsindir, ona pek yüz verme, o çok haris, çok açtır. Sen onu yenemez, yenmek istemezsen bir gün o seni yener. Bunun için eskiler önce nefislerini ıslah etme yoluna gitmişler. Nefsi yok edemezsin ama ıslah edersin, onun isteklerine boyun eğersen seni ne çeşit kötülüklere sürükler. Hırsız, katil eder, hayatını söndürür. Varını ona açarsan, o varlığa göz koyar. Ondan kaçamazsın, o senin yanında, zaten o, sensin. Onu doyurursun ama yine acıkır. Hep o nefsim yanımda -ölüp ölüp dirilsem- düşmanlardan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem. Ne var ki insan düşmanını kendi yaratır. Akıllı insan bu kişinin bir gün kendisine düşman olacağını bilip dostluğu ileri götürmeden kesip ciddi tedbirler almalı. Kur’an-ı Kerim’de, “Evlatlarınız ve mallarınız size fitne olur” dendi. Nedir bu; evladına da, malına mülküne de fazla güvenme. Ebu Leheb güvendi ama ne oldu. Tebbet suresini oku da öğren. Herkese varlığını ağzını köpürte köpürte anlatma, dostların sana düşman kesilir.
İnsan, düşmanını kendisi yaratır. Düşmanını yok etmek yine senin elindedir. Bil ki en iyi yol ALLAH’a sığınıp O’ndan yardım istemektir. “ALLAH’ım bana düşman olanlarla sonu iyi olacaksa dost et” diye dua etmek en iyi yoldur. İnsan düşmanıyla nasıl dost olur veya dostlarını nasıl kendine düşman eder, “Kelile ve Dimne”yi oku da öğren. Bit, pire gibi asalak haşere iflah olmaz, onları temizlik imha eder. ALLAH, elbette her yarattığının sebebini, neden ötürü yaratıldığını bize de bildirdi. Bit yüzünden, pek çok canlı ve zararlı mikroplardan arınmak için insanoğlu başta sabun olmak üzere nice temizlik maddeleri icat etmişlerdir.
Özetle, düşmanın ne kadar küçük olursa olsun, onun küçüğünü küçük görme büyür. İstersen ıslah et, dost ol ama ondan uzak durmaya gayret et. Hiçbir yerde onu çekiştirme veya fırsatı koru, yok et ancak ALLAH’ına sığınarak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)